“yarınki yüzün” kitabını bitirdim, umduğum gibi çıkmadı, yer yer hoşuma gitti ama genel olarak “tavsiye ederim, süper” diyemiyorum. hoş, altını çizdiğim yerler oldu ama yine de…
şimdi yasunari kavabata’nın dağın sesi’ni okuyorum. hafıza sorunları yaşayan yaşlı bir adamın gelini, oğlu, karısıyla olan ilişkilerini anlatıyor. kitapta hem ilişkiler var hem de mevsimler, ağaçlar, çekirgeler, uzaktaki dağın sesi… henüz başlardayım ama güzel gidiyor, aynı yazarın uykuda sevilen kızlar’ını okumuştum, etkileyici bir romandı. japon yazarlar hep garantili valla! başlıktaki cümle de dağın sesi’nden..
çay içiyorum, bardağın içinde çubuk tarçın koyuyorum, hem şeker efekti veriyor hem de kokusuna bayılıyorum. çay gibisi yok.
evi temizledim, önce süpürge ki badem’in en korktuğu şey, sonra vileda, onu da canlı bir şey sanıyor, o sarı sarı püsküllere patisiyle dokunup dokunup kaçıyor :) sonra biraz mutfak mesaisi, erişteli yeşil mercimek çorbası, brokoli salatası. sebze gibisi de yok.
ve işler değişir evet.
resim, solak kedi’den
12 yorum:
tina da canlı sanıyor o sarı vileda püsküllerini. kedilerin bir bildiği vardır, canlıdırlar belki. bend e brokoli salatası yaptım. birkaç gün önce de yeşil mercimek. erişte yoktu, koyamadım, çok severim öylesini. senden esinlenip murakami almıştım geçen aylarda, başladım da, ama nedense hoşlanmadım. belki havamda değildim. talisman hanım da seviyor murakami yi yani illaki iyidir diyorum ama... bakalım, başka zaman.
başlık süper bu arada:) kadınların sorunu varsa herkesin sorunu vardır, emin ol:)
sevgiler.
enteresan şu kediler. bizim göremediğimiz kedi evreninde sarı püsküllerin bir manası var sanırım :)
mercimeğe erişte iyi oluyor, ben bir de yerken nar ekşisi ya da limon da sıkıyorum, hoşuma gidiyor.
hmm, murakami'nin nesini aldın? zemberek kuşunun güncesi'ni çok sevmiştim ben, sonra diğer kitaplarını da okudum ama onun yerini tutmadı hiçbiri. murakami'nin olayını çözdüm gibi geliyor artık :P o yüzden eski cazibesi kalmadı mı ne? gerçi bi romanı var hala ingilizceye çevrilmedi, onu da merak ediyorum. çelişik oldu ama öyle işte.
ben de conrad'ın karanlığın yüreğini okudum birkaç ay önce, mücevher gibi cümleler vardı, anlattığı birkaç şey resmen hafızama kazındı. şimdi bir arkadaşımdan lord jim'i aldım, ama bir türlü sıra gelmedi.
sevgiler
aa çok heyecanlandım, lord jim'i okuyacaksın demek! umarım seversin. sanki çok seversin. talih'i de seversin. ben conrad'ın zafer kitabını arayıp bulamıyorum. ben conrad okuyanlardan, conrad'lı bir fotoğraflarını rica ediyorum, neo. eğer öyle bir fotoğrafını çekip gönderirsen çok sevinirim. mektuplarda, okuyan ya da kitabını alan herkes söz verdi ama daha elimd ebir tane fotoğraf var.
nar ekşili deneyeyim mercimeği. nar ekşisini lahana sarmasının içine koydum son yaptığımda nefis oldu gerçekten. soğan kokusu gitsin diye, içi hazırlarken soğanı baharatlarla sıkıca karıştırıyorsun. bir de bol nar ekşisi. hmm... özlemişim seni çok.
sevgiler.
gönderirim tabiy, birkaç kitap var sırada (devamını merak ettiğim mimi var mesela), bir de şu elimdeki dağın sesi.
en son kıymayla bir yaprak sarma maceram oldu, pek hoşuma gitmedi, yemek güzel oldu da etle uğraşmak istemediğimi anladım neticede. nar ekşisi kıymanın kokusunu da bastırır mı aceba? :) ya da pirinçli bir harçla, zeytinyağlı sarma yapayım bi dahakine.
ben de seni çok özlemişim.
sevgiler
Neolitik Hanım,
(Neo desem, diğeri çok uzun.) çay içiyordum nöbet sonrası sıkıntısına iyi gelir diye. Birden aklıma burada okuduğum çubuk tarçın fikri geldi. Ama sanırım benim bitki çaylarıyla ilgili bir sorunum var. Bunun tadı neye benzedi biliyor musun; elmaları dilimlerim ben ve üzerine limon sıkıp tarçın serperim. Çok çok hoş olur. Ona benzedi. Çayın dışında pasta gibi bir tat.
Bir de deli gibi çubuk tarçını nereye koyduğumu hatırlamaya çalıştım, ah benim bu dalgın hâllerim!:) Fikir için teşekkürler, ben bu tada alışamasam da tarçın ve çayın buluşma fikri pek hoştu.
Sevgiler çok.
bilmem ki neo, giderebilir nar ekşsi kıyma kokusunu. ama dediğim gibi yap. kıyma çok müşkül bir şey benim için de. kokusuna dayanamıyorum, onun olduğu her yere karabiber boca etmeye kalkışıyorum. köfte yaparken, justine sen de dinle burayı, kıymaya sirke koyarım. böylece daha yumuşak ve lezzetli olur. bana öyle gelir. sanki kokusunu da alır. o sirke kokusu da gider zaten pişerken. oya hanım'ın son sarma&dolma tarifinde ilginç bir pişirme yöntemi var. bence bol nar ekşili, soğanı baharatlarla öldürülmüş o içle hazırlanmış sarmayı, onun yaptığı gibi az su içinde, yağlı kağıt, folyo ve tencereği kapağı ile sıkıca kapatıp pişerse şahane olur. deneyeceğim.
senin dediğin yaz dolması, etsiz. evcini çağla ile denemişti onu. çünkü bol ekşi lazım ona. çağla bulamayacağına göre nar ekşisi, limonla iyice beslemek lazım pirinci.
sevgiler.
justine,
tabiy bana "neo" de, muhitimde de öyle tanınırım zati :)
peri duymasın, ben de elmanın üzerine tarçın serper öyle yarim bazen, yanında yoğurtla mesela, yine bir tatlı efekti yaratmak için. limonu denememiştim bak, tatlı-ekşi hoş olabilir.
şimdi yine çay yaptım, demlenmesini bekliyorum. tarçınım da hazır. bazen de tarçın, zencefil, karanfil ve portakal kabuğuna sıcak su koyarak bir tür kış çayı yapıyorum, o da güzel oluyor, bana bitki çayı olsun zaten :)
sevgiler benden de.
...
peri,
önümüz bahar diye bakıyorum ben artık. hele bu sabahki güneş, kış bitiyor'a inandırdı beni. çağla demişsin ya, yakın zamanda denerim onu gibi geliyor :)
sevgiler
Peri Peri,
Murakami'nin The Elephant Vanishes diye bir hikaye kitabı var, onu bence sen çok beğenirsin.
Neo,
Galiba aynı gün yeşil mercimek yapmışız. Çorba diye başladım ben de ama sonra çorba kesmedi, yemeğe çevirdim. Susuz. Arpa şehriyeli yeşil mercimek yemeği kadar sevdiğim bir şey yok. Üzerine de kuru nane. Sabah akşam, aklıma ne zaman geldiyse yedim. Bugün tekrar yapayım bari.
Doğadan'ın mı, üşeniyorum şimdi mutfağa kadar gidip bakmaya, yeni bir bitki çayı serisi çıkmış, janjanlı bir şey, organze poşetler içinde güllü yeşil çaylar, zencefilli kakuleli karışık bi şiyler bi şiyler. Her zamanki gibi heves edip aldım ama duruyor köşede. Onlar orada duradursun kendime yine gidip siyah çay demledim. :)
Dağın Sesi beni çok heyecanlandırdı. Japonlara bayılıyorum zaten. Neden bahsederlerse bahsetsinler, huzursuz olmadan okuyorum onları. Hemen alıp okumaya başlayacağım.
Sevgiler,
Kedisiz PA :)
PA,
mercimeğe arpa şehriye aklıma gelmediydi bak, bir dahakine öyle deneyeyim.
o dediğin bitki çaylarını da görmedim bak, bizim gümüşsuyu bir tür mahrumiyet bölgesi olduğundan (pastane yok, gıcık dia'yı saymazsan doğru dürüst market yok) yeni çeşitleri keşfetme konusunda geride kalıyorum.
japon edebiyatının hastasıyız! :) ingilizcesi varsa o daha iyi olur aslında, türkçe olunca çevirinin çevirisine mahkum oluyoruz.
sevgiler
kedili neo :)
nasıl üşengecim; salona, kitaplığa gidip, murakami'nin kitabının adına bakamıyorum. bu zorlu seyahati yapar yapmaz bendeki kitabın adını diyeceğim:)flaubert bitsin, eğer istersem bir japon edebiyatı okuma planı yapayım kendime.
sevgiler.
Biraz önce Peri'nin çaydanlıklı postunun altında da yazdım, bugün bütün gün öyle mutsuz ve yorgundum ki. Birkaç gün sonra bir sunumum var, o yüzden kütüphaneye kapandım öğleden sonra. Kütüphanenin wirelessı bloggerı blocklamış nedense, politikaları herhalde. Öğrenciler çalışacaklarına blog okuyorlar diye içerleyen işgüzar kütüphanecilerin işi mi acaba? Bir türlü giremedim blogspot'a, aklım yorumlarda kaldı. Biraz önce, yorgun argın, üzgün ve içim üşüyerek geldiğimde hemen bilgisayara koştum, sizi okumaya. Yaşasın, sen bir de Neocuğum, üzerine bana da misafir olmuşsun, daha da yaşasın.
Şu sunum bitsin, bir de "Blog Yorumlarının Bireysel Isınmaya Etkileri" başlıklı bir sunum hazırlayacağım. Kendimi bir an Hülya Koçyiğit'in oynadığı Küçük Hanımefendi'deki Münir Özkul gibi hissettim.
Yorgunluktan çenem düştü. Neocuğum, arpa şehriyeyle muhakkak dene, ben bir de içine sarımsak dilimliyorum ince ince ve suyunu iyice çektirip üzerine kuru nane döküyorum, bence çok güzel oluyor.
O çaylar Doğadan'ınmış, büyülü bohça gibi bi isimleri var.
Seneler evvel Kyoto diye bir kitap okumuştum Japon edebiyatından, o gün bugündür hayranım.
Peri,
The Elephant Vanishes'e bir şans ver, seversin gibi bir his var içimde.
Ben gidip yatayım artık,
Sevgiler.
peri,
japon edebiyatını seversin bence. kazuo ishiguro da severim ben ("never let me go" mesela), gerçi o ingilizce yazıyor galiba. tam japon edebiyatı içinde sayabilir miyiz bilemedim. bir de bir başka murakami var, ryu murakami, o biraz marjinal bak, yani japonların böyle tuhaf bir libidoları, gelenekle kafayı bozmuşlukları felan var ya, onun üzerinden gidiyor, sert buldum biraz. sen önce haruki olanından başla derim :)
sevgiler
PA,
önünde bir sunum (benim durumumda toplantı) falan varsa insan mutsuz oluyor. ya da ben oluyorum. gereken hazırlıkları yapsan da hep bi yorgunluk/mutsuzluk, "geçse bir an önce" duygusuyla hiçbir şeyden zevk alamama gibi tatsız şeyler yaşıyorum.
sunumunda başarılar, geçip bitince nasıl da ferahlıycaksın! bak o hâl de çok güzel oluyor işte.
okuyorum okuyorum, "bireysel ısınmayı" küresel ısınma diye anladığımdan espriyi kaçırıyorum iyi mi? :) sonunda idrak edebildim. sersemliğim üzerimde bugün.
sevgiler.
Yorum Gönder