bilirsiniz neolitik hanım'ın siyasi konulara girmeye pek heves ve isteği yoktur. bu sayfada gordugunuz en guncel politik şey, geçtiğimiz aylarda çok sevdigim şair cahit koytak'ın generaller niçin sokağa çıkamaz şiiriydi. malumunuz bir süredir kıyamet kopuyor e-, y- muhtıralar, ergenekonlar, bilgi sızdırmalar.. bir süredir ben de ayrılıktan mütevellit kendi küçük "kıyametimi" yaşıyorum ama sanmayın ki ilgisizim, umursamazım bütün olup bitene. bir kere yaptıgım iş itibariyle (ne oldugunu söyleyemem, soylersem hepinizi öldürmek zorunda kalırım :p) hepsiyle yakından ilgili olmak zorundayım. e öyle işi, bir de kilit noktalarda çalışan arkadaşları olunca insanın, bütün bilgiler istemesen de akıyor. kilit nokta derken gunlerdir mansetleriyle gündemi belirleyen gazeteyi, muhafazakar bir gazeteyi ve ankara'nın "yüksek yerleri"ni kast ediyorum. oralarda çalışan arkadaşlar sagolsun, memleketi sarsacak şeylerden herkeslerden önce haberdar olup ya "eyvahlar olsun" diye endişeleniyor ya da "vay bee" diye yarı şaşkınlık/yarı takdir hisleriyle dolup taşıyorum.
arkadaşlar cephesinde durum bu. bir de bizimkiler var. daha önce yazmıştım galiba, babam emekli astsubay. ne zaman telefonlaşsak illa ki gündemle ilgili bir diyalog icinde buluruz kendimizi. bir ara büyük gazetelerden birinde calisiyordum, babam telefonda "senin patron şöyle demiş, senin patron şurdaymış" diye habire bana aydın doğan'ın haftalık programı hakkında bilgi veriyordu. yıllar oldu o işten ayrılalı, ne zaman adamı görse tv'de felan hala "hah, bak senin patron" der, ben de "artık degil baba" diye düzeltirim, tatlı tatlı itişiriz. şu anda yaptıgım işe pek yorum yapmıyor kendisi, bu ara babamla gündemimizde de ergenekon var. dun telefon ettim, erkek kardeşimle konusuyoruz, "babam nerde" deyince kıs kıs gülerek, "ergenekon operasyonundan kaçıyormuş" diye cevapladı. ben "aa nası yaa!" diye şaşası olunca, telefonu elinden alıp "kızım ben sığınaktayım, hep bizim devreden birilerini alıp götürüyolar, arada ben de kaynamayayım, birkaç gün burdayım" diyip bastı kahkahayı! "baba yaa, şakası bile acayip, fena oldum bak" dedim. babamın askeri okuldan mezuniyet yılı 67-68 sanırım, içeri alınan emekli askerlerden bazıları onunla aynı devredenmiş.
babamla "asker, darbe, demokrasi, nası olacak bu işler" konularında konuşuruz öteden beri. tipik bir asker degildir kendisi, hasbelkader askeri okula gönderilmiş, askerlerini çocukları gibi seven, orduevlerinden falan hiç hoşlanmayan, ressam bi adam (gerci netekim paşa da resim yapıyo, kıllandım bak şimdi). basın yayın'da okurken okul gazetesi için babamla 12 eylül hakkında bir röportaj yapmıstım. üçüncü sınıfta falandım sanırım, böyle ses kayıt cihazımı, not defterimi, kalemimi alıp babamın karşısına geçmiştim. görseniz, sanki küçük bi neşe düzel, almış karşısına evren'i hesap soruyor! "peki ama neden darbe?" falan diye adamı sıkıştırıyorum, babacık da yazık, "kızım, biz alt kademe adamlarız, siyaset yukarlarda yapılırdı, bizim elimizden ne gelirdi ki" diye kendini savunmaya çalışıyor. arada fazla alttan aldıgını düşünüyor olsa gerek, "ama ortalık çok kötüydü, hergün kaç kişi ölüyordu, bi şeyler yapmak lazımdı" diye çıkışlar yapıyor. bi yandan teybe bakıyor, sesinin düzgün kaydedildiginden emin olmak için oraya dogru eğilip konusuyor :) yahu karşındaki senin küçük kızın, bakma sen öyle "peki ya demokrasi, o nolucak?" diye horozlandığına, yok ama, ikimiz de havaya girmişiz, misafir odasında -misafir odası mı kaldı, peeyh!- konuşup duruyoruz. fena bir roportaj olmamisti diye hatirliyorum, keske saklasaymısım.
şimdi böyle darbe planları falan havada uçuşuyor ya, babamla bi röportaj daha patlatayım ben :)
*gündem ağır, hava puslu, bi yandan şakası yapılacak durumda diyiliz ama oturup ciddi ciddi yazmak da altından kalkacagım bi şey gibi gelmiyor. -"ha o zaman hiç bulaşma" diyebilirsiniz, o da olur-
neyse, bu sefer gercekten bir şeyler değişir belki.
not: resim, alfred hitchcock'un meşhur "the man who knew too much-cok sey bilen adam" filminden.
yahu ne çok ortak noktamız var bizim?? bizim baba da emekli astsubay ve o da bilinen asker zihniyetinden uzaktır.askerleri çocuğu gibi sever too:)hatta biz kardeşler olarak uzunca bir süre, ' nasıl oluyor da tüm orduevinde çalışan askerlerin adı aslan olabiliyor ' diye düşünmüşüzdür. babam hepsine ' aslan' diye seslenirdi de:)ama bak benim baba resim yapamaz:) dur biz bu benzerlikleri konuşuruz uzzuuuun uzuuun:)
YanıtlaSilNeocum, ne kadar içten yazmışsın.
YanıtlaSilBabanızla bir röportaj daha yapmalısınız, Neşe Hanım. :))
çok güzel bir yazı olmuş..sitenizi takip etmekteyim..benimde web sitem var..sizin sitenizi dost sitelerime ekledim sizde eklerseniz sevinirim.
YanıtlaSilsu gibi akip gitti yazi, bir cirpida okundu. pek begendim, pek.
YanıtlaSilbir de yazilarinin icinde senin donemine isik tutan bilgiler de var ya, bu da cok hos. mesela sen basin-yayin okumussun, ben gazetecilik. su kucuk isim farkliligi aramizdaki jenerasyon farkini gosteriyor. ama bak misafir odasi kavramini ben de biliyorum neolitik hanimcigim, yetismisim o doneme.
elektra,
YanıtlaSilortak noktalar konusunda çok haklısın, lakin uzuun uzuun konusamadık henuz :) baska sıcak mevzular vardı, firtina'ydi, eski defterlerdi vs. artik bi sonrakine :)
...
ekmekci kız,
babam basına konuşmama kararı almış, röportaj vermiyor ehehe
...
dantel,
sitesinize ugradim, dantel hep heveslendiğim ama uzaktan baktigim bir ugraş. elinize saglik, arada ugrarim yine.
...
müzi,
begendigine cok sevindim. aslında bizim okulun adı "basım yayımcılık" idi, gazetecilik derslerinin yanısıra matbaa, baskı, lay-out felan ağırlıklıydı ders programında. lakin basım-yayım deyince pek anlaşılmıyor o yuzden m'leri n yapiyorum ben :)