tefrika-i tatil II
küçük otellere dikkat!
efendiim, nerede kalmıstık? bizimkilerle vedalasıp arkadasımın arabasıyla datca tatilinin ikinci bölümü için küçük oteller kitabından arayıp tarayıp buldugumuz bir otele geçtik. allahtan ablamlarla daha once gittigimiz büklerden birindeymiş otelcik, yoksa biraz zor bulurduk. zeytin bahceleri icinde sirin bi yerdi ilk bakısta, küçük bir otele geldiğimizin bilinciyle, içinde at koşturacağımız büyüklükte bir oda beklemiyorduk tabii ama odamız hani şu japonya'da kapsül oteller var ya, ondan biraz hallice idi. iki kisilik bir yatak ve divan konulan kıç kadar odaya, bizim bavullar da girince içerde adım atacak yer kalmadı. buradan da küçük oteller kitabında kullanılan "sade odalar" ifadesinin "içinde dönemeyeceginiz, iki kişi ayağa kalkınca kalabalık hissi veren" manasına geldiğini öğrenmiş olduk. bu ilk hayal kırıklığından sonra balkondan gelen bir çocuk sesi üzerine “allah allah oda bos diyil galiba” diye şüphelendik ama meger ses yan odanın banyosundan geliyormuş! duvarların inceliğini hesap etmeyi size bırakıyorum. neyse takılmayalım dedik, dört gün kalacagız, ama bi yandan da tavandaki çıplak ampule (ne sinir bozucudur çıplak ampul, insan 10 liraya bi ikea lamba alır gecirir yahu!), penceresiz banyoya bakıp bir buradan uzayalım diye düşündük.
yorgun oldugumuzdan aksam yemegini otelde yemeye karar verdik, bahcede çardağın altına ve havuz kenarına konmuş masalarda birkac aile oturuyordu, biz de havuza yakın bir masaya gectik. ızgaralar, zeytinyaglılar falan vardı, fena da degillerdi ama yemege asıl damga vuran çardağın altına kurulmuş orgun başına geçip dünyanın en depresif şarkılarını söyleyen adam oldu! önce tıngır mıngır org sesini duyunca çocugun birinin oyuncagı var herhalde dedik ama kafamızı cevirip bi baktık ki cardagin bir köşesinde bildiginiz piyanist-şantör ortamları kurulmus, orta yaşlı depresif bir amca da bed sesiyle yemek müziği(!) yapmıyor mu? diger masalarda oturanlar daha önceden bildiklerinden olsa gerek tepki vermediler ama biz şaşakaldık. önce samanyolu'nu söyledi ama bunu sanki sevgilisinin düğününde söylüyormuşçasına öyle bir kahırla yaptı ki ben tatile geldiğimizi falan unutup adamın mutsuzluğuna kafa yormaya başladım. şimdi bütün şarkıları hatırlamıyorum ama birbirinden üzünçlü şarkıları arka arkaya söylerken, biz de "dikkat otelde aksamları canlı müzik var" uyarısının neden kitaba konmadığını merak ettik, hayati bi bilgi sonucta. bi ara samanyolu’na tekrar döndü ama sonra onu yarım bırakıp hareketli bi seye geçti, bu arada hareketlenmeyi diger masalardan fark edip bir-iki alkıslayan oldu, bunun üzerine depresif piyanist amca "iki saattir çalıyoruz, yeni mi aklınıza geldi" diye bir güzel fırca da attı :) biz yemegi cabuk yiyelim bari derken, masalardan birinden yanık sesli bi teyze, mikrofonu kapıp "berivaaanıım, gül kokuuuulu dag ceylaaanııım" diye ağıt gibi türküye başlayınca kendimizi tutamayıp gülmeye başladık ve hemen odaya kaçtık
sabah öğrendik ki müzik yapan kişi otelin sahibi imiş, adamın mutsuzluğundan mı nedir karısının da pek yüzü gülmüyordu. 20 yaşlarında bir de oğulları vardı servis işlerine yardım eden, sabahları kahvaltıya indigimizde cardaktaki divanda uyuyor oluyordu. sonraki aksamlarda yemek icin baska formüller bulduk, civardaki koylardaki restoranları denedik vs. iyi de oldu, otele tıkılmamıs olduk. hippi oteli lafı da o otelden sonra alacatı'da kalacagımız oteli görünce çıktı. alacatı'daki otelde minik vazolar içinde taze çiçekler, limon kokulu mumlarla karşılanınca, hergün odamız temizlenip eşyalarımız yerleştirilince bi afalladık tabii. nerde bizim küçük otel, nerde bu! gerci tabii fiyat acısından aralarında bi ucurum vardı ama olsun, orada da bedava kalmadik ki! diyecegim sudur ki, kucuk oteller kitabindaki metinler dikkatli okunmalı, "sevimli aile işletmesi, sade odalar, havuzbaşı.." gibi cümlelelerin başka manaları da olabileceği aklında tutulmalı. (bu arada havuz da girilecek gibi degildi, suyu temizleyen devir daim sistemi olmayan, aksamları sadece suyun uzerindeki yaprakların temizlendiği ve otelin köpeği kana kana içebildiğine göre suyu pek de klorlanmayan bir havuz düsünün. zaten kitapta da havuz degil havuzbasındaki hamakların övülmesinden anlamalıydık bi numara oldugunu)
tatil yazıları bitiyor burada, döner dönmez islere gömülünce pek kolay olmadi yazmak. arada dönüşler yaparım belki, yol üzerinde gezdiğimiz antik kentlerin hissettirdikleri, hareketli alaçatı akşamları da anlatılmalı.
bu arada orhan pamuk'u bitirdim ve sevmedim. gerekcelerimi toparlayabilirsem yazacagim. benim gibi sevmeyen baskaları da var mı merak ediyorum, galiba yalnız kalacagım bu konuda.
Oh be Neo!
YanıtlaSilCesaret edip diyemiyordum kaç gündür. Ben de sevmedim, daha doğrusu sevemiyorum. Çünki, henüz bitmedi.
Üstelik sevgili arkadaşlarımın çoğu çok beğendiler. Ben, bir türlü ısınamadım, sanki yabancılara memleket tanıtımı yapan, geçmişi anlatmaya uğraşan bir anı kitabı izi bıraktı, bende.
Acaba, çok şey bekliyordum, o nedenle mi hayal kırıklğı oldu diye de düşünmüyor değilim.
Yine de roman okuma zevkimi kaçıran bir hisle doluyum.
Ne yapalım, bu sefer böyle.
Senin gerekçelerini merak ediyorum.
ekmekci kız,
YanıtlaSildemek sen de sevmedin, daha uzun da yazarım ama ozetle, derinlik bulamadım kitapta ki ben orhan pamuk'un hastasıyımdır, kimselerin begenmedigi yeni hayat'ı severek okumusumdur, kara kitap en sevdigim kitabı vs. ama bu kitapla bag kuramadım bir türlü, yabancılastırma efekti gibi tekrar edilen ifadeler (tek kanallı devlet televizyonu, güzel füsun da güzel füsun (daha yaratıcı nitelemeler bekliyoruz orhan pamuk'tan diy mi?) vs), turkce yanlısları, dizgi hataları da cabası. neyse daha uzun yazmiyayim simdi, kitabı ev arkadasim okuyor, o bitirsin daha detaylı yazarım.
Hah! Neocum, çok yaşa.:)
YanıtlaSilTam, dün gece kitabı okurken düşündüğüm tanım bu, dediğin: Yabancılaştırma Efekti!
Türkçe yanlışlarına da katılıyorum, hatta, başlangıçta "bu kitabın editörü yok mu?" diye düşündüm.
Bana sanki, o kitaptaki lüzumsuz teferruatlar, yabancılaştırma efektleri elense, sadece o tutkunun hikayesi anlatılsa, yani kitap en fazla dörtte biri kadar olsa, çok daha iyi olurdu, gibi geldi.
Okusun arkadaşın, sen de yaz, bekliyorum.
:))