tiffany'de kahvaltı eden pembe panter'e, "büyük tıkınma bu" dedi murakami


kitap: ryu murakami - emanet dolabı bebekleri. bu da murakami ama başka murakami. haruki'den daha sert şeyler yazıyor, "japonlar harbi kafayı yemiş bi millet" cümlesini kurduruyor insana.

sırasını bekleyen kitap: iklimler (andre maurois), helikopter yayınları diye yeni bir yayınevi kuruldu yakınlarda, çok güzel kitaplar basıyorlar, bunu henüz okumadım ama bastıkları diğer kitaplardan garantili işler yaptıklarını tahmin ediyorum. bir de aralarda, uyumadan önce vs. okunan kum kurdu serisi var, nicedir böyle güzel çocuk kitabı okumadım. çok tatlı bir kız ve arkadaşı kum kurdu'nun maceraları. "koca kadınsın ne işin olur çocuk kitabıyla" diyenleriniz varsa, çok şey kaybediyorlar, söyliyim.

film: oo bu ara hava muhalefeti sebebiyle eve kapanıldığından bir sürü film izlendi:

- pink panther serisinin iki filmi (the pink panther ve a shot in the dark), yine yerlere yatıldı gülmekten, özellikle müfettiş clouseau ve çinli uşağı cato'nun olduğu sahnelerde.

- james bond serisinin ikinci filmi from russia with love, bol bol istanbul sahnesi vardı filmde, 60'lı yıllardan o caanım boş istanbul tepeleri, mini etekli, soket çoraplı kızlar, şapkalı adamlar (yok "eskiden beyoğlu'na kravatla çıkılırdı" muhabbeti yapmak icin yazmadım, 60'lı yılların hastasıyım ondan), james bond ne kadar karikatür bir tipmiş o zamanlar, her gördüğü kızı illa ki öpmeler, hem casusluğuma hem çapkınlığıma bakarım'lar, şimdiki epey sahici duruyor valla!

- meşhuur kült film la grande bouffe (büyük tıkınma), daha münasip bir isim bulunamazmış filme. bir arkadaşım festivalde izlemişti, aç gitmiş filme ve büyük eziyet olmuş onun için, çünkü sürekli yemek yeniyor filmde, filmin olayı o zaten. bizse tıkabasa doyduğumuz bir aksam yemeginden sonra izledik, "bi süre yemek yemeyiz, kahvaltı fikri bile uzak geliyor şu anda duygusuyla" bitirdik. orta yaşlı dört adamın bir eve kapanıp sürekli yemek yediği (kasaptan kamyonla et geliyor, domuzlar, kazlar, sülünler vs. o derece), bir ara hanım arkadaşların da davet edildiği -ehem arada başka şeyler de oluyor tabiy-, enteresan bir film. yönetmeni marco ferreri için "muhalefeti hesaplanmış değildir; içinden geldiği gibi, anlık reflekslerle çeker filmlerini. burjuvazinin takıntılarına, çekirdek aileye, insanoğlunun iflah olmaz kötü kalpliliğine karşı çıkan bir duruştur onunki" denmiş sinema.com sitesinde. "bana kült film olsun" diyenler için ideal.

-yine meşhur eski filmlerden breakfast at tiffany's, bunca zamandır izlememiş olmam büyük kabahatti zati, çok hoşuma gitti, bir amerikan filmi icin epey derinlikli geldi bana (senaryo truman capote'nin öyküsünden olunca normal tabiy, e ama o da amerikalı yazar denebilir, fekat benim kastettiğim, klişe amerikan filmleri, anladınız onu siz). audrey hepburn'un o kısa paçalı pantolonların altına giydiği babetler, lavabonun içinde oturan sarı kedi, new york sokakları...

- bu sene oscar törenlerinin sadece kırmızı halı kısmına takılıp daha çok eğlendiğimi fark edince biraz mesafe girmişti oscarlı filmlerle arama. bi gayret kendimizi dışarı atabildiğimiz haftasonu gittik milyoner'e. güzeldi çok ve de hüzünlü.. seyahati seven biriyim ama hadi hindistan'a gidiyoruz denilse şöyle bi duraklarım herhalde, epey korkutucu bi yermiş gibi geliyor. dünyanın geri kalanından çok başka kuralları var, yok yok belgesellerden izlerim ben.

- ve son olarak revolutionary road. genel olarak sevildi bu film biliyorum ama ben gıcık oldum biraz. kate winslet'in oyunculuğuna diyecek bir şeyim yok ama neydi bu filmin meselesi, ben anlamadım. "aman ha, orta sınıf orta sınıf yaşamaya devam edin, başka şeyleri yapmayı bırakın, hayalini bile kurarsanız başınıza böyle şeyler gelir!" mi yoksa, "hayallerinizin peşinden gitmezseniz korkaklığınız yüzünden başınıza yine bunlar gelir"mi diyordu. amerikan güzeli de sam mendes'indi, anlıyoruz kendisini, böyle sıyırmanın eşiğindeki aile babalarını felan seviyor, lakin ben hakkaten bu filmin derdini anlamadım.

müzik: son günlerde iyice boşladım müzik işini, sabahları radyo dinliyorum, ipod'da da bu ara sesli kitaplar var, bu ara tek keşfim -metin bey'in malikanesinde de yazdım- bebo & cigala oldu, ayhan sicimoğlu diye komik bir adam var, iz tv'de program yapıyor, yemek yapıyor, geziyor vs. onun programında çaldı bu latin grup, caz tınıları var, pek güzel, yumuşak.

abur cubur: bu ara bunlarla da pek ilgilenemedim. en son patos'un fıstıklı/fındıklı mısır cipslerini denedim, çıtır çıtırlar, fırınlandıkları için de hafifçe gibiler. iyi yani.

ahkâmcıbaşı neolitik hanım :)

4 yorum:

serpil dedi ki...

Helikopter yayınlarının kapak vs tasarımı da ilginç di mi, sahaf kitabı gibi (ne demekse :)
Ryu Murakami'yi de okumak istiyorum, bir de Natsuo Kirino'nun Çıkış adlı kitabını, onu okumuşmuydun sen?
Abur cubur konusuna gelince Hanımeller'in yeni çıkan kurabiyesini denemedin mi yoksa? Özellikle çikolatalı olanı nefis.
Sevgilerimden bir demet yolluyorum, yeni yazını görünce sevindim ya.

EKMEKÇİKIZ dedi ki...

Neocuğum,
R.R.'un derdi şuydu, bence; orta sınıf insanları hayatlarının bir döneminde böyle bunalırlar, çoğu neden bunaldıklarının farkında bile olmazlar, nadiren farkedenleri de ya birileri ayağından çeker, ya da zaten onlar kendileri kendilerine çelme takarlar ve bu farkındalık hiç bir sonuç getiremez, her şeyin çok fazla farkında olan bazısı da deli muamelesi görürler.
Biraz tıknefes bir paragraf oldu benimki, ama, filmin, senin seçeneklerinin dışında bir iddiası hem de karamsar bir öngörüsü olduğunu düşünüyorum.

Tiffany'de Kahvaltı'nın kitabını da bir oku, filmin derinlikli halinin nasıl hafif geleceğini şaşkınlıkla müşahade edeceksin.

Yeter artık susayım ben, Neocuğum, iki filme iki eleştiri yaptım bile. En iyisi, şu sağ taraftaki Badem fotoğrafına hayranlıklarımı belirtip lafı sonlandırayım.
:)))

Güneşli Günler dedi ki...

Ahkamcıbaşı mı, çok iyi ya, :) Keyifle okudum, istifade ettim efendim. Selamlar...

neo dedi ki...

serpil,

doğru dedin, sahaf kitabı gibi gerçekten :) sayfa kenarlarının kırmızı oluşu da hoş bir ayrıntı.

ryu'yu bitirmek üzereyim, çok acayipti, "bambaşkaymışşsın japon edebiyatı" demek istiyorum :) bu ara bir de japon korku filmlerine sardırdım -j-horror diye ayrı bi janr oluşturacak kadar olmuş arkadaşlar son dönemde çektikleri ve hemen hemen hepsi hollywood tarafından apartılmış filmleriyle (ringu olsun, dark water olsun). ben daha az duyulmuş filmlerin peşindeyim, bakalım.

kirino'yu duymadım, bakayım ona da.

ya hanımeller'i nasıl unuttum yazmayı, denedim tabiy, kafam kadar oluşu biraz tuhaf -bitiremem ben bunu diyorsun ama bitmiyor mu bitiyor- ve bence de çikolatalısı daha güzel. (ya bi de reklamlarında anne kurabiyesi deyip sinirimi zıplatıyolar, kimin annesi öyle kurabiye yapmış yahu, bildigin cookie kardeşim, amerikalıların cookie'si! bizim anne kurabiyesi dediğimiz, böyle yumuşacık olur, üstüne yumurta sarısı sürülür, toz şeker serpilir en fazla, yanlış konumlandırmasınlar ürünleri allah allah!)

benden de sevgiler. ya yazmak iyi gerçekten, uyuzlanmak kötü, yazmalı insan hep :)

...

ekmekci kız,

hadi gel seninle polemiğine girelim :) ben karamsar maramsar da olsa filmin bir öngörüsü/iddiası/dediği bir şey olduguna ikna olamadım. fatih özgüven'in -ki o daha çok leonardo'nun kötü oyunculuğuna takmış- yazdıklarını okudum bugün, daha çok yerleşti bu kanaatim. yazıya bakmak istersen linki şudur:
Zor evlilikler: http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=RadikalYazarYazisi&Date=05.03.2009&ArticleID=924636

bir de tom cruise'un filmiyle ilgili söylediklerine güldüm. o yazıya da bakmanı isterim:

Giyim-kuşam-darbe: http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=RadikalYazarYazisi&Date=05.02.2009&ArticleID=920140

tiffany'nin kitabını da çok merak ettim bak sen öyle deyince, acilen okumam lazım.

badem ya, fotomodel gibi kedi vallahi, daha bir sürü fotoğrafı var da, yüklemeye vakit bulamadım. makineye tripod takıp, ışıklı mışıklı stüdyo tadında kareleri var bizim şişkonun, onları da eskişehir'den dönüşte koyayım inşallah.

...

güneşli günler,

baktım yazı biraz jüri üyesi gibi begendim/begenmedim tadında olmuş, ondan dedim ahkamcıbaşı diye :) istifade etmiş olmanıza sevindim. selamlar.