güvez diye bir renk vardı, nicedir kimsenin "güvez" dediğini duymadım. annem kullanır hala, bordoya yakın bi renk diye kalmış aklımda, baktım Türk Dil Kurumu, "mora çalan kırmızı renk" diyor.
kendi kendine uğursuzluk senaryoları yazıp sonra da onlara göre hareket ediyorum. tramvaydan çıkışta turnikelerin yanında genişçe bir geçiş daha var ya, tekerlekli sandalyede olanların geçmesi için, çoğu zaman başkaları da kullanıyor hani. bazen elimde paketler varsa, ben de geçiversem rahatça diyorum ama sonra "hayır, hayır ihtiyacım yokken geçersem, bir gün tekerlekli sandalyeyle geçmek zorunda kalırım" diye çılgın bir fikir geliyor aklıma ve asla o geçişi kullanmıyorum. üşendiği için engelli/yaşlı asansörünü kullanan kişilere de bu korkuyla bakıyorum, ya onların da başına bi şey gelirse diye. normal olmadığımdan neredeyse eminim.. ("neredeyse emin olmak" ifadesinde oksimoron tadı var)
son günlerde güzel kitaplar okudum, okuyorum. emrah serbes (polisiyelerinden bahsetmiştim, bu sefer öykü yazmış: erken kaybedenler. bi ara yazıcam). şimdi de leyla erbil var elimde. hiç okumamıştım, hata etmişim, klişe bi ifade olucak ama "zamanının çok ötesinde" şeyler yazmış.
leyla erbil'in romanında da geçiyor, "allasen" diye bi kelime var ya, ne demek o? yani manası açık da, kökeni nedir?
bu ara twitter hadisesine takıldım, neymiş şu twitter dedikleri, teknolojiden bihaber teyze konumuna düşmeyelim diye düşündüm. manasız bulmakla birlikte alışkanlık da yaptı kısa sürede. birkac arkadaşımınkini takip ediyorum, bir de bazı gazetecilerin. yalan yanlış şeyler yazdıklarını zaten biliyorduk da, geçen gün birine bizzat şahit oldum. hrant dink vakfı'nın ödül töreninde idim, hüzünlü, sade, çok güzel bir törendi, bir gazeteci de twitter'a notlar girmiş törenden, "kardeş türküler konsere başladı da salondaki gergin hava dağıldı" diyo, allah allah, ben de ordaydım, gergin hava felan yoktu, bi şey mi kaçırdım diye tören organizasyonundan kızlara sordum, sahnenin oralarda bi gerginlik var mıydı, diye, "yoo" dediler. sonra bi daha baktım twitter sayfasına ve çaktım mevzuyu, bir başka gazeteci bizim küçük beye selam vermemiş, bu da bozulmuş, sonra da "ay salondaki gergin hava bıdı bıdı" diye başlamış lafa. canım benim ya! evet, dünya senin etrafında dönüyor zaten!
törende zeynep tanbay'ın bir gösterisi de vardı. izleyince kesin olarak karar verdim, modern dans sevmiyorum ben. yeterince izlemedin ondandır denebilir ama yok, izlediğim kadarıyla benim sevebileceğim bi sey diyil bu. kalabalık bir grup yaptıgında bi derece ama bir kişinin karşımda vücudunu acayip şekillere sokması beni utandırıyor. tam olarak durum bu. mahrem bir ana tanıklık ediyormuşum duygusu yaşıyorum, orayı hemen terk etmeli, onu yalnız bırakmalıyım diye düşünüyorum. saçma belki ama böyle.
eve ikea katalogu geldi, tophane yokuşunda ilk "bienal insanları" görüldü, istanbul'da sonbahar... ha bir de örgü mevsimi başladı, bu sene hedefleri küçük tutuyorum, yıllardan beri bitmeyen dizüstü battaniyeden dersimi aldım, şimdi eşe dosta ipod kılıfı örüyorum, çabucak bitiyor, pek eğlenceli. en son tığla koca kulaklı bi maymun ördüm (bkz yukarıdaki fotograf. etsy.com'dan kopya çektim, benimkinin tepesi kırmızı).
bayramda eskişehir'deyim, gelsin petiförler, gitsin karakedi bozaları.. b-fit sayesinde kavustugum 36 beden salon kadını çizgimden kayıcam sanırım, hayır hayır!
herkese şimdiden iyi bayramlar!
biraz sayıklama tadında oldu bu yazı?
Sonunda Eskişehir'e gidebiliyor olmana sevindim hem de bayramda. Güzel bir bayram geçirmeni diliyorum Niolitik.
YanıtlaSilModern dans konusunda tamamen senin fikrine katılıyorum. Hrant Dink ödül töreninde aksi mümkün mü zaten. Öldürüldüğü haberini çok uzaklarda almıştım içim sızlamıştı, hala da sızlıyorken insan nasıl üzülmez, gerilmez...
Evet ben de açtım örgü sezonunu ama bu kez bir bebek yeleğiyle. Bakalım bitirebilecek miyim. Sonbaharı çok seviyorum. :)
güneşli günler,
YanıtlaSiltek bayram ziyaretçim :) dilerim senin bayramın da güzel geçmiştir.
benim bayramım havanın bir ara çok soğuk olması dışında iyiydi, bizimkilerle hasret giderdik, gezdik ve de yedim yedim yedim :)
ben eskişehir'de annemin gazıyla yine bir battaniye olayına girdim (akıllanmıyorum evet), 4 numara şişle, 40 ilmek başlayıp, kare kare örücem, bakalım.
ve evet, sonbaharın hastasıyız :)
O düşüncelerinin anormallikle ilgisi yok. İnsanın çocuk yanıyla ilgili bir şey. Bir de çocukken insan batıl inançlarla daha çok ilgilidir ya. Oradan taşıyorsun işte bir şekilde. Ben de bir de fallar var. Mesele bizim iş yerinde sabah ekranı açarken bilgi seviyemizi arttırmak için şifre girdikten sonra, bir soru soruyorlar, 4 şık veriyorlar. Ben hiç okumuyorum onları, çoğunun cevabını biliyorum zaten, ben fal için kullanıyorum, hiç okumadan, bir seferde bilirsem gün güzel geçecek diyorum, dördüncü de bilirsem boku yedik bugün kötü geçecek diyorum. Ya da hani radyoda bir sonra çıkacak şarkıya göre o beni seviyor veya sevmiyor belli olacak gibi fallar vardır. Bunlar gerçekten çocuksu şeyler. Ama eğlenceli.
YanıtlaSil