Başlıktaki gibi bir dolu şahane cümlenin olduğu bir kitap Dublorün Dilemması. Aşağıda da okuyacağınız üzere, alıntı yapmaya doyamadım kendisinden :-) Murat Menteş 2005'de yayınlanan kitabı için "Tamamen bir macera romanı" diyor. Kitap yalnız konusu itibariyla değil dil cambazlıklarıyla da okuyanı heyecan verici bir maceraya sürüklüyor. Böyle kitap arkası tanıtım yazıları gibi klişe cümleler kuruyorum, kusura bakmayın. En iyisi aşağıdakilere bir göz atın. Sizi temin ederim pişman olmazsınız.
Not: Kitabı alırsaniz kapaktaki seri ilanlari okumayi ihmal etmeyin.
......
Donakalmıştı, "Adımı sana söylemektense kulaklarından kıllar fışkıran bir engizisyon yargıcına, satanist bir şebekenin kara liste fihristini tutan etçil katibe ya da kuduz doberman sürüsüne söylerim daha iyi" der gibi baktı.
.......
Ağustos güneşi, patlamış bir düdüklü tencerenin fırlayan kapağı gibi İstanbul'un tavanına yapışmıştı. Şehir, sıcaktan her şey bir anda kum olup akacakmış, puf diye simsiyah bir çöle dönüşecekmişcesine çınlıyordı. Yapış yapış asfalt yollardan, eğri büğrü beton binalardan, prizde unutulmuş ütüleri andıran arabalardan yükselen buhar perde perde yerle gök arasına gerilmişti. Kadıköy rıhtımındaki bıkkın kalabalıkta sualtı sürüngenleri gibi süzülen tüm erkekler Mecnun, tüm kadınlar Leyla olup çıkmıştı.
İtiraf etmeliyim ki, aziz okur, benim ömrüm herbirini gebertmek istediğim insanlarla aramdaki buzdağlarını eritmekle geçiyor. Mesela zenginlerden nefret ediyorum, ne yapayım, elimde değil. O restoran sürüngenleri, fiyaka kumkumaları, yapmacık kasvetin mıymıntı bekçileri, ticari bir şiveyle konuşan zehirli papağanlar, hileli bir neşe içinde geviş getiren bunak vampirler, modanın ipiyle kuyuya inen kibirli cambazlar, tatile gebe fırlamalar, alaturka bir sadizmle zıvanadan çıkanlar, alafranga bir mazoşizmle yılışıklaşanlar...
.......
.........
Roza ile balayına çıktık. Kumsala bırakılmış cansız mankenler, intihar etmiş yunuslar gibiydik. Burnuma halkayı taktığı günden beri Roza'nın yüzünde bir gülücük kesiti belirmişti. Bense hala kuytu köşelerde Gönül'ün aziz hatırası için gözyaşı döküyordum. O kadar çok ağlamıştım ki, gözlerime kızıl bir çamur oturmuştu ve ne yesem ağzıma tuzlu geliyordu.....
Not: Kitabı alırsaniz kapaktaki seri ilanlari okumayi ihmal etmeyin.
"Sütlü kahve saçları, asma dalı omuzlarından usulca akıyordu. Gözlerindeki anlam, dünya savaşlarından, okyanus hazinelerinden, kum fırtınalarından, meyve ormanlarından derlenmişti. Dudakları buzulda yetişmiş bir elmanın kabukları kadar parlaktı. Kaşları kestane şekeriyle çizilmişti. Burnu uygarlığımızı utandıracak bir
büyünün ürünüydü. Dişleri başka bir gezegenin ele geçmez cevherleri, mücevherleri... Biçim ve ifadenin mucizesiyle yoğrulmuş, bu yüz karşısında, bir kobay ahırı kaçkını gibi mıhlanmıştım. İçimde ifritler kim bilir ne kazanlar kaynatıyordu. İçimde bir masal cücesi, bir orman ciniyle birlikte natürmort modellerini kemiriyordu. İçimdeki havai korsan silahını kalbime dayamıştı."
büyünün ürünüydü. Dişleri başka bir gezegenin ele geçmez cevherleri, mücevherleri... Biçim ve ifadenin mucizesiyle yoğrulmuş, bu yüz karşısında, bir kobay ahırı kaçkını gibi mıhlanmıştım. İçimde ifritler kim bilir ne kazanlar kaynatıyordu. İçimde bir masal cücesi, bir orman ciniyle birlikte natürmort modellerini kemiriyordu. İçimdeki havai korsan silahını kalbime dayamıştı."
......
Donakalmıştı, "Adımı sana söylemektense kulaklarından kıllar fışkıran bir engizisyon yargıcına, satanist bir şebekenin kara liste fihristini tutan etçil katibe ya da kuduz doberman sürüsüne söylerim daha iyi" der gibi baktı.
.......
Ağustos güneşi, patlamış bir düdüklü tencerenin fırlayan kapağı gibi İstanbul'un tavanına yapışmıştı. Şehir, sıcaktan her şey bir anda kum olup akacakmış, puf diye simsiyah bir çöle dönüşecekmişcesine çınlıyordı. Yapış yapış asfalt yollardan, eğri büğrü beton binalardan, prizde unutulmuş ütüleri andıran arabalardan yükselen buhar perde perde yerle gök arasına gerilmişti. Kadıköy rıhtımındaki bıkkın kalabalıkta sualtı sürüngenleri gibi süzülen tüm erkekler Mecnun, tüm kadınlar Leyla olup çıkmıştı.
....
İtiraf etmeliyim ki, aziz okur, benim ömrüm herbirini gebertmek istediğim insanlarla aramdaki buzdağlarını eritmekle geçiyor. Mesela zenginlerden nefret ediyorum, ne yapayım, elimde değil. O restoran sürüngenleri, fiyaka kumkumaları, yapmacık kasvetin mıymıntı bekçileri, ticari bir şiveyle konuşan zehirli papağanlar, hileli bir neşe içinde geviş getiren bunak vampirler, modanın ipiyle kuyuya inen kibirli cambazlar, tatile gebe fırlamalar, alaturka bir sadizmle zıvanadan çıkanlar, alafranga bir mazoşizmle yılışıklaşanlar...
.......
Teori trapezcisi, kuram bileyici, analiz tozutucu, felsefe distribütörü, kaos arabulucusu, iddia santrali, entelektüel levazımcı, literatür şifrecisi, doktrin didikleyicisi, tefekkür tatlandırıcı, postmodern çekirge, eleştiri reaktörü, tez kamaştırıcı Fransız Jean Baudrillard; bir özel üniversitede konferans vermek üzere İstanbul'a gelmişti.
"(...)Zaten Baudrillard bir felaket telllalı sayılmaz. Kanserden, cinayetten, cinsel sapmalardan ölümcül virüslerden, ekonomik çöküşlerden, komplolardan filan bahseder. Buna karşılık, söylemesi ayıp, mesnetsiz bir akademik tevekkülle, bir kaz çobanı neşesiyle ve komadaki bir dilencinin nesnelliğiyle vaziyeti idare eder. Adeta herşey için geç kalınmıştır. 'Olay' giderilmiş, geriye yalnızca 'durum', başka bir deyişle hasar tespiti yapma vazifesi kalmıştır. Bu da diyelim enkaz altındaki herkes çoktan ruhunu teslim ettiği için baştan savma da yapılabilir, manyaklığa varan bir titizlikle de."
"Seni anlamıyorum Nuh, Baudrillard sence tam olarak ne yapıyor?"
"İbrahimciğim, Baudrillard'a kalırsa felaket zaten içinde bulunduğumuz sıradan koşulların adı. Ufukta daha büyük yıkımlar var, tamam; gelgelelim yaklaşan belaları karşılamamız asla gerekmeyecek çünkü halihazırda zaten ölüyüz"
"Ölü müyüz?
"Evet, Tıbben ölmemiş olabiliriz fakat mesela sosyo-politik bakımdan ölüyüz işte. Bir tür zombiyiz yani."
"Seni anlamıyorum Nuh, Baudrillard sence tam olarak ne yapıyor?"
"İbrahimciğim, Baudrillard'a kalırsa felaket zaten içinde bulunduğumuz sıradan koşulların adı. Ufukta daha büyük yıkımlar var, tamam; gelgelelim yaklaşan belaları karşılamamız asla gerekmeyecek çünkü halihazırda zaten ölüyüz"
"Ölü müyüz?
"Evet, Tıbben ölmemiş olabiliriz fakat mesela sosyo-politik bakımdan ölüyüz işte. Bir tür zombiyiz yani."
.........
Roza ile balayına çıktık. Kumsala bırakılmış cansız mankenler, intihar etmiş yunuslar gibiydik. Burnuma halkayı taktığı günden beri Roza'nın yüzünde bir gülücük kesiti belirmişti. Bense hala kuytu köşelerde Gönül'ün aziz hatırası için gözyaşı döküyordum. O kadar çok ağlamıştım ki, gözlerime kızıl bir çamur oturmuştu ve ne yesem ağzıma tuzlu geliyordu.
1 yorum:
Dilara ne şey çıktı ama yaw neymiş o yaw. benim tüm sevgililerim de dilara gibiydi şansıma diyorum öpüyorum ferruha selam hippopa devam
Yorum Gönder