Homo Zapiens


Kitaplığı karıştırırken geçen yaz okuduğum Homo Zapiens’e gitti elim, Sovyetler dağıldıktan sonra ortaya çıkan yeni ekonomik düzende reklamcılık işine bulaşmış bir şairin hikayesini anlatıyor Homo Zapiens. Yazacak bir şey bulamayıp okur mektupları ya da bir kitaptan alıntıyla günü kurtaran tembel köşe yazarları misali ben de o kitaptan bazı bölümleri aldım.

Serbest piyasa ekonomisiyle, ünlü markalarla, çeşitlenen TV kanallarıyla, uyuşturucuyla tanışan bir ülkeden renkli karakterler var kitapta. Gucci, Sprite, Nike gibi ünlü markalara “Rusluk ideali” akılda tutularak yeni reklam kampanyaları hazırlanıyor. Kitap, televizyon izlemekle ilgili de enteresan şeyler söylüyor.

Lenin heykelleri birer birer sökülüp askeri kamyonlarla şehir dışına çıkarılıyordu (söylentilere göre bir albay heykellerin paslanmaz metalini eritip satarak emekli ikramiyesini biraz yükseltmeye karar vermişti), ama Lenin’den boşalan yerleri ürkütücü derecede kasvetli bir grilik dolduruyordu artık. İşte Sovyet ruhu da bu griliğin içinde, kendi üstüne çökeceği güne dek çürümeye devam edecekti.

***
“Özellikle New York’ta insan açıkça anlıyor ki” dedi Pugin, çaydan sonra içmeye başladıkları votka bardağını başına diktikten sonra “hayatının tümünü lağım gibi kokan küçücük bir mutfakta, pislik içindeki bir bahçeye gözlerini dikip iğrenç bir hamburgeri çiğneyerek geçirmek işten bile değil. Sen öyle pencerenin önünde durup dışarıdaki süprüntüleri seyrederken hayat burnunun ucundan geçip gider.”
“Çok ilginç” dedi Tatarski, nazikçe, “ama bunun için neden New York’a gitmek gereksin ki? Kuşkusuz…”
“Çünkü New York’ta bunu anlıyorsun, Moskova’da anlamıyorsun” diye sözünü kesti Pugin. “Haklısın, burada çok daha fazla lağım kokan mutfak ve pislik içinde bahçe var. Ama burada ölünceye dek anlayamıyorsun hayatının geri kalanını o mutfakta geçireceğin gerçeğini. İşte bu da Sovyet zihniyetinin temel özelliklerinden biridir”.

***
…Homo Zapiens olarak seyirci uzaktan kumanda edilen bir televizyon programına dönüşür. Ve seyirci hayatının büyük bir bölümünü bu şekilde geçirir.
Devrimci yoldaşlar! Modern insanın durumu içler açısıdır demek şu halde yeterli değildir; hatta ortada durum diye bir şey olmadığı dahi söylenebilir, çünkü insan adeta yok olmuştur. Kimse parmağıyla gösterip şöyle diyemez: “İşte şu Homo Zapiens’tir”. HZ uykuya dalmış bir ruhtan yayılan ışık kırıntılarından başka bir şey değildir; boş bir evde açık duran televizyonda yayınlanan, başka bir filmin çekimi hakkındaki bir filmdir.

***
…çok sayıda sahte koşu ayakkabısını acilen elden çıkarmak isteyen kişiler Hanin’den bir Nike reklamı istemişlerdi –ürettikleri yelken bezinden terliklerin üstüne bu markayı basmışlardı çünkü. Aslında niyetleri malları Moskova çevresindeki pazarlarda eritmekti ama ellerindeki miktar çok yüklü olduğu için bu şüpheli şahıslar hesap makinelerinin düğmelerine basıp bir şeyler mırıldandıktan sonra satışı hızlandırmak için bir televizyon reklamı sipariş etmeye karar vermişlerdi. Hazırlanacak reklam gerçekten sağlam olmalıydı –içlerinden birinin söylediği gibi “göğüslerini gere gere mallarını satabilmeliydiler. …Seryozha işi hazırlarken en az on tane İngilizce reklamcılık kitabı okumuş ve neticede şöyle bir metin doğmuştu:

Medya sayesinde Rus tüketicisinin de haberdar olduğu bir Amerikan kültürel referansı kullanılacak –Yani San Diego’daki Cennet Kapısı tarikatının toplu intiharı. İntiharın amacı tarikat üyelerinin ruhlarının geçmekte olan bir kuyruklu yıldıza binip uzayda yolculuk yapabilmesiydi. Kendini öldürenler iki katlı ranzalarda yatıyorlardı, görüntüler siyah beyazdı. Ölenlerin yüzleri siyah bezlerle örtülüydü ve hepsinin ayaklarında siyah Nike koşu ayakkabıları vardı. Ayakkabıların üstünde beyaz bir sembol vardı, şu “swoosh” dediklerinden. Hazırlanacak olan film estetik açıdan olayla ilgili İnternet filmini temel alacak –televizyon ekranındaki görüntü bir bilgisayar ekranının kopyası olacak ve ortasında da CNN haberlerinin karelerinde sık sık görünen sahneler kullanılacak. Son olarak üzerinde, üzerinde “Nike” yazan koşu ayakkabıları yeterince göründükten sonra kamera ranza tahtasına kayacak ve bir siyah kesik uçlu bir kalemle kuyruklu yıldıza benzeyen bir “swoosh”un çizilmiş olduğu Whatman gazetesi parçası görüntülenecek.

Görüntü aşağı kayacak ve aynı kesik uçlu kalemle yazılmış slogan görünecek:

JUST DO IT

Malyuta senaryo üzerinde çalışırken, olayları bozuk bir dille dini açıdan ele alan sözde vatansever gazetelerdeki saçma sapan haberler dışında bir şey okumamış ama çok sayıda film izlemişti. Onun versiyonu da şöyleydi:

Cangılın içinde kaybolmuş küçük bir Vietnam köyü. Önde üçüncü dünya ülkelerinde bulunan türden bir Nike atölyesi –ne olduğunu tabeladan anlıyoruz: NIKE sweatshop No. 1567903 Etrafta upuzun tropik ağaçlar, köyün kenarında asılmış bir demiryolu rayı çan gibi çınlıyor. Atölyenin kapısında elinde Kalaşnikof tutan bir Vietnamlı. Adamın üstünde haki bir pantolon ve siyah bir gömlek var, bu da derhal akla The Deer Hunter filmini getiriyor. Yakın plan: Kalaşnikof’u tutan eller. Kamera kapıdan içeri giriyor ve işçilerin oturdukları yere zincirlenmiş olduğu iki sıra tezgah göze çarpıyor. Bu sahne de Ben Hur filmindeki kürekli gemi sahnesini akla getiriyor. Tüm işçilerin üstünde eski püskü, yer yer sökülmüş ve rengi atmış Amerikan askeri üniformaları var. Vietnam’da kalan son savaş tutsakları. Önlerindeki tezgahlarda çeşitli yapım aşamalarında Nike koşu ayakkabıları duruyor. …Savaş tutsakları bir şeyden dolayı huzursuzlar- ilk başta yavaşça mırıldanıyorlar, sonra ellerindeki bitmemiş ayakkabılarla tezgahlara vurmaya başlıyorlar. Bağrışlar geliyor: “Amerikan büyükelçiliğiyle görüşmek istiyoruz!”, “BM Denetçilerinin buraya gelmesini istiyoruz!” Ansızın bir otomatik tüfekle tavana ateş ediliyor ve gürültü hemen kesiliyor. Siyah gömlekli Vietnamlı namlusundan dumanlar tüten Kalaşnikof’uyla kapıda duruyor. Odadaki herkesin gözleri onun üstünde. Vietnamlı otomatik tüfeğin gövdesini okşadıktan sonra en yakın tezgaha doğru parmağını sallıyor ve kötü bir İngilizceyle şöyle diyor:
“Just do it!”

Ardından bir ses duyuluyor: “Nayki. İyiler her zaman kazanır!”.

***

Homo Zapiens – Viktor Levin
İş Bankası Kültür Yayınları

3 yorum:

EKMEKÇİKIZ dedi ki...

Neocum,
Üçüncü defadır bu yazıya yorum yazayım diyorum, sonra neden kimse yazmamış ne güzel kitapmış oysa, şimdi eksik gedik birşeyler yumurtlamayayım, deyip susuyorum.
Aman yani, söylemesem içim şişecekti.
Ohh!

neo dedi ki...

sevgili ekmekcikız,

"sovyet sonrası dönem pek ilginc gelmiyor sanırım kimseye" diye düşünüyordum ki sen yorum bırakmıssın.

gerci ben de ilginc buldugum pek cok yazıya yorum yazmaya üşenen biriyim, o yüzden yorum olmamasını anlıyorum bir yandan da..

ikinci nike reklamı (vietnam'da gecen)süper degil mi? :)

EKMEKÇİKIZ dedi ki...

Tam dediğin gibi; sovyet sonrası dönem sendromu.
Bu konuyu bir de Budapeşte yazısını yazdığında harmanlamıştık, seninle.
Evet, ben de tam o reklama takılmıştım.
Bunları düşünmek banal mı geliyor acaba, ya da bir dönem reddedilince herşeyiyle mi yok sayılıyor, nedir?
Bu konuda, benim de kafam net değil, henüz.
Neyse, zamanla göriciiz.