kelepir yazlık perili ev


bu aksam bir arkadasımla annelerinin yazlıgına gidiyoruz. istanbul'a yakın, bahce icinde şirin bir ev. diger yazlıklardan biraz uzakta, toprak yolun en sonunda, ıssızlıgıyla insanı hem çeken, hem de ürperten bir yerde. aslında gündüz gözüyle, cumartesi sabahı gitmek mümkün ama biz gecenin bir vakti gidip, korku filmi tadı yaşamak istiyoruz ehehehe..

gecen gidişimizde gecenin bir yarısı eve varmıstık, eve yeni taşınıldığından henüz perdeleri yoktu ve perdesiz bir evin gece ne kadar korkutucu olabileceğini orada gördük. sanki bahçede sürekli bir şeyler hareket ediyor, bizim bakmadığımız anlarda birtakım yaratıklar camdan bize bakıp kaçıyordu. bir de bahçeye inen balkonun lambası kendiliğinden yanıp yanıp sönmesin mi?tırsıyoruz ama bir yanda da bunu birbirimize belli edip korkuyu iyice tırmandırmayalım diye "yeni ev canıım, elektrik tesisatı sorunlu olabilir, normal normal" diyerek sakinleşmeye çalışıyoruz.

bir ara bahcenin ucundaki alçıdan ördeklere takıldı gözümüz, sanki giderek eve doğru yaklaşıyor gibiydiler. nasıl bir ruh haline kapıldıysak, üç tane saçma ördeği bile bir gerilim nesnesi haline getirdik. evde televizyon yok, ortamda ses olsun diye getirdiğim radyoyu açtık ama açık kalınca pili bitmiş. ara ara rüzgar çıkınca bahçe kapısı vuruyor, yapraklar hışırdıyor. sonunda bu kadar gerilim yetsin uyuyalım bari dedik, önce salondaki kanapelere yattık ama yok, perdesiz camlardan dışardaki koyu karanlığa bakmaktan uyumak ne mümkün! sonunda icerdeki odalardan birine sığınıp, "bir an önce sabah olsun yarabbim!" derken uyuyakalmışız.

sonraki iki gün zaman zaman yine korku filmi tadında anlarımız oldu ama genel olarak çok zevkli, huzurlu bir haftasonu geçirdik. bahcedeki salıncakta, çimenlerin üstünde kitaplar okundu, bahçe kapısından ya biri girerse şimdi diye yarı tedirgin öğle uykuları uyundu, kahvaltı masasında uzun uzun oturulup sohbet edildi.

arkadaşımın annesi yeterince sık kullanamadıklarından şikayet ederek ara ara evi satmaya niyetleniyor ama biz her seferinde vazgeçiriyoruz. "hayııır, biz gidiyoruz ya" diyerekten. zaten o evle ilgili şahane bir planımız var, yaşlandığımızda gidip orada yaşamayı düşünüyoruz, arkadaşım ne zamandır heveslenip yazamadığı kitabını yazacak, ben de limonata ve kek servisi yapacağım. bahçede o korkutucu ördeklerin yanına oturup, kurabiye yiyerek geçmişten konuşacağız. bir de ördeklerin yanına bahçe cücesi almaya niyetimiz var.

iyi haftasonları herkese...

4 yorum:

elektra dedi ki...

bırrr, vallahi korktum. bir de korkmanın yanında çok güldüm. şeher insanıyım ben, köy, kır, dağ, bayır gündüz iyi, gece o salt karanlık, salt sessizlik geriyor beni. yeni evliyiz, kocanın baba tarafından bağlı olduğu köyüne gittik. dağ köyü tabir ederler, öyle bir köy. ağaç, yeşil. ama en çok ağaç.
gece oldu, yatıldı, evin yakınındaki ormandan uğul uğul sesler geliyor. bırrrr, tırsıyorum. uyumaya çalışıyorum. aa, birden uğultular, anlamlı bir ezgiye dönüşüyor: ' yaylalaaaaar yaylalaaaaarrr' allahım çıldıracağım, kulağımda bu bağırış, uyudum mu bayıldım mı bilmem. sabah söylüyorum kocaya, yıllardır benle dalga geçiyor.:)))
okurken hem korktum, hem sinirim bozuldu bu geldi aklıma çok güldüm...
iyi tatiller.

EKMEKÇİKIZ dedi ki...

Hımm, bakalım bu sefer "Perili Ev" serisine yeni bir katkı sağlayacak birşeyler olacak mı?

neo dedi ki...

elektra, ekmekci kız,

perili ev, perili bahce artık ne desem bilemiyorum, yapacagını yaptı yine. her aksam farklı bir numarayla ödümüzü patlattı. ilk aksam saat 12:30 gibi vardık, esyaları yerlestirip bahceye masayı kurup bir yorgunluk cayı icelim dediğimizde saat 2:30 olmustu. bir yarım saat oturduktan sonra, "tam hadi yatalım artık" derken, bahce duvarının arkasından hışırtılar gelmeye başladı. zaten işkillenmişiz, korkuyla birbirimize bakıp nedir bu diyoruz, ses bir ara kesildi sonra devam etti. ben "kim o ?", "kim var orda?" diye bagırdım ama cevap yok tabiy (gerci cevap olsa daha mı iyi olurdu bilemiyorum). biz hemen kendimizi eve atıp kapıyı kilitledik. korkunun vaadettiği adrenaline karşı koyamayıp gece gelmişiz tamam ama, kendisiyle bizzat karşılaşınca başladık yine, "keşke sabah gelseydik" demeye.

neyse biraz zor da olsa uyuduk, ben her zaman daha erken kalkan kişi olarak, sabah çıkıp bahce duvarının dibinde geceden kalmış bir şeyler var mı diye "olay yeri araştırmasına" giriştim :) ne bileyim otlar ezilmis mi, izmarit falan var mı? bir baktım tam da bizim masanın hizasındaki bölümdeki otlar hafiften yere yapışmış vaziyette. arkadaşım uyanınca ona da gösterdim, emin degiliz tabiy, belki köpek falan uyudu, belki de röntgenci kişisi orada dikilip bizi nasıl korkuttugunu izledi, bilemiyoruz.

ikinci aksam da hafif tedirgin yine bahcedeki masadayız, yemek yedik, bilgisayarda film izliyoruz. laptop'dan ses cıkmayınca kulaklık taktık, iki kisi paylasıyoruz. (aslında iki korku filmi götürmüştük ama zemin ve ortam korku filmine pek müsait değildi) bu sefer de sanki biri burnundan nefes alıp veriyormuş gibi tuhaf bir ses gelmesin mi! bu sefer hemen kacmadık, ne oldugunu anlamaya calıstık ama yok, ses sanki bahcenin bütün köşelerinden geliyor, ne oldugu da belli değil. hadii yine bilgisayarı toplayıp iceri kactık. aynı ses ertesi gece daha gec saatte başladı, takılmayalım oturalım dedik ama yok, giderek yaklaşıyor meret. haydii, biz yine iceri.

geceleri bize böyle abuk subuk anlar yaşatan bahce, gün ışıyınca cennetimsi bir hale bürünüyordu, dut, kayısı ağaçları, rüzgarda hışırdayan asmanın altı, çimenlerdeki salıncak. gün boyunca müzik dinleyerek, kitap okuyarak ve sohbet ederek çok güzel zaman geçirdik. gündüzleri, geceki halimizi hatırlayıp kendi kendimizle dalga gecmek de pek hoş oldu :) korktuk ama değdi yani.

elektra dedi ki...

hay allahım ya:)
ay benim yine sinirim bozuldu ama neolitik hanım:) bu korkunun böyle garip bir çekiciliği var işte. ama anladığım kadarıyla değmiş yani.:)
sevgiler...