madame bovary


bu ara sahaflara dadandım. aslında birine demek daha dogru. bir süredir kitaplığımda ayıklama yapıyorum; okudugum ve sevmedigim, okurken sevdiğim ama sonradan saklamak istemediğim, bir şekilde kitaplığıma girmiş kalabalık eden kitaplardan kurtulmaya karar verdim. kitaplarla olan ilişkim değişti son yıllarda, çok sevmemişsem kitaplıkta dursunlar istemiyor, birilerine veriyorum, gerçi sevdiğim olursa da veriyorum ama sadece geri getireceklerinden emin olduğum arkadaşlarıma.

neyse, vereceğim kitapları bir kenara ayırdım, önce bu yığını parça parça ofise taşıdım sırt çantamla, aralarından seçmek isterler diye arkadaşlara gösterdim, bir bölümü öyle gitti. kalanları da bir sahafa götürdüm. her gidişimde 15-16 kitap bırakıp üç eski kitap aldım. biliyorum kötü bir alışveriş gibi görünüyor ama ben zaten onlardan kurtulmaya bakıyordum. sahaf mahcup bir şekilde "istediğiniz kadar alın kitap, size borçlanıyorum" diyordu her gidişimde ama yok, sadece üç kitapla sınırladım kendimi. daha çok da eski polisiyeler seçmeye çalıştım, böylece birkaç simenon'um daha oldu. en son gidişimde "Kürkü Güve Yemişti" adlı matrak bir polisiye, 1960 basımı En Yeni Muaşeret Kaideleri adlı bir kitap ve yine eski basım bir Macbeth buldum.

yeşil kadifenin izinde
bu sahaf seferlerinden birinde 1973 baskısı, çevirisi Nurullah Ataç ve Sabri Esat Siyavuşgil tarafından yapılmış bir Madame Bovary'e rastladım. hikayesini bilmekle birlikte, ne zamandır iyi bir çeviriden tamamını okumak istiyordum. Madam Bovary ile birlikte Nabokov'un Edebiyat Dersleri kitabını da aldım. İletişim Yayınları'ndan çıkan Anna Karenina'da Nabokov'un romanla ilgili yazısını okumuştum. Nabokov'u severim, müthiş bir metin çözümleyici olduğunu da Anna Karenina sayesinde keşfettim. romanda zamanlamayla ilgili yazdıkları, bir dedektif gibi metindeki nesnelerin ve anlamlarının peşine düşüşü (Anna Karenina'nın kırmızı çantası ya da Madame Bovary'nin yeşil kadifesi gibi) ve karakterlere biraz ukalaca, hatta acımasız yaklaşımı hoşuma gitti.

Madame Bovary'nin hikayesini az çok bilirsiniz, taşra hayatından ve kasaba doktoru kocasından sıkılıp evlilik dışı ilişkiler yaşayan, ihtiraslı ama bunun hakkını vermeyi beceremeyen -bana kalırsa biraz aptal- bir kadındır Bovary. romantiktir, okuduklarından etkilenip kitaplardaki dünyanın kendi hayatındaki izdüşümlerini arar, bulamayınca da içine düştüğü karamsarlıkla aptalca şeyler yapar. kendisini gerçekten seven tek adam olan kocasını sıkıcı bulur, ara ara yaşadığı vicdan azabıyla ona sevgi duyar gibi olur ama bu pek de uzun sürmez.

roman yayınlandığı yıllarda müstehcen bulunarak mahkemeye çıkarılmış ama davayı kazanan Gustave Flaubert olmuş. kitabın önsözünde "asabi ve hastalıklı bir sanatkar olan Flaubert insanların özellikle budalalıklarını seyretmekten, bunlarla kendini zehirlemekten hoşlanırmış" deniyor. kitabı da budala karakterlerle dolu, özellikle Eczacı Homais ettiği saçma sapan laflarla ve boş kibiriyle insanı çileden çıkarıyor. okurken Madame Bovary gibi kendisiyle karşılaşmamak için yolunuzu değiştiresiniz geliyor.

karenina ve bovary
Nabokov, Madame Bovary ile Anna Karenina'yı karşılaştırıyor: "Karenina'nın doğrucu ve tutkulu doğası, kılık değiştirmeleri, gizli kapaklı işleri reddeder. O yıkık dökük duvar diplerinden sürünerek birbirinden farksız aşıkların yataklarına yollanan arzu dolu bir kenarın dilberi, düşleriyle yaşayan bir taşralı Emma Bovary değildir. Anna, Vronski'ye bütün yaşamını verir, sevgili küçük oğlundan ayrılmaya -çocuğu görememekten duyacağı korkunç acıya karşın- evet der ve önce ülke dışında, İtalya'da, sonra da onun Orta Rusya'daki kır evinde Vronski ile birlikte yaşar. Bu "açık" gönül serüveni ahlaktan nasibini almamış dost çevresinin gözünde ahlaksız olarak damgalanmasına yol açsa da yapar bunu. (...kendi çocuğundan ayrılırken Emma'nın içi bile sızlamaz, o küçük hanım için çetrefil ahlaki sorunlar filan söz konusu değildir)"

emma, karenina'dan farklı olarak -günümüz tabiriyle- biraz kendi kendini gaza getiren bir kadındır. izlediği müzikaldeki bir oyuncudan etkilenir, o etkinin altındayken eski aşığına rastlayıp hoop kendini yine maceranın içine atar. aşığına pahalı hediyeler almak için tefeciye borçlanır, kocasını kandırmak için türlü numaralar çevirir. aşıkları da kendisi kadar budaladır. (bayağ sinir olmuşum ben bu bovary'e :)

flaubert, emma'nın geçmişine dönüp bakarken sığ bulduğu okuma zevkiyle dalgasını geçer, kadının pek sevdiği romantik klişeleri sıralar: "hepsi de aşklar, sevgililer, ıssız köşklerde çile dolduran hanımlar, her konakta öldürülen seyisler, her sayfada çatlatılan atlar, karanlık ormanlar, coşkun yürekler, yeminler, hıçkırıklar, gözyaşları, öpüşler, ay ışığında sandallar, koruluklarda bülbüller, aslanlar kadar yiğit, kuzular kadar yumuşakbaşlı, görülmedik derece erdemli, hep güzel giyinmiş, mezarbaşlarında gözyaşı döken beyfendiler üzerineydi." yalnız okuduklarından değil yolda bulduğu zarif bir tütün tabakasından, saçları pudralı diye bir adamdan kolayca etkilenir madam bovary.

emma benim gibi bir romantiğe bile, zaman zaman "romantikliğin, hayal dünyasında yaşamanın da bu kadarı olmaz yahu" dedirtecek kadar sinir bozucu olsa da severek okudum kitabı. arkasından da nabokov'un çözümlemesini okuyunca, kitapla ilgili paper yazacak kıvama geldim :P

kitapla ilgili son bir not: geçtiğimiz aylarda gösterilen (Türkce'ye son derece saçma bir biçimde "Tutku Oyunları" diye çevrilen) Little Children adlı filmde kocasını aldatan "desperate housewife" karakterin katıldığı bir kitap kulübünde bahsi geçer madame bovary'nin, kadın madame bovary'i ateşli bir şekilde savunarak diğer ev kadınlarını dehşete düşürür.

şöyle bir okudum da epey negatif bir yazı olmuş bu, benim gıcık olduğuma bakmayın, güzel kitap. okuyun yani :)

*resim kitabın Almanca baskısından.

9 yorum:

dreamsact dedi ki...

hikayesini bile doğru düzgün bilmememe rağmen uyuz olrdum flaubert'in kitabına.. hiç ilgimi çekmediği gibi görünce de burun kıvırırdım. yüzümü ekşilikle karışık bir ukala somurtkan ifadesi kaplardı (evet, yüzümün resmini çiziyorum).. şimdi hepten soğudum valla.. sanırım hiçbir zaman okumayacağım.. :)

teyzenteyfik dedi ki...

Bence de güzel kitap. Insani cileden cikaran karakterler var ama, bu dogru :)

Gecenlerde Acik Radyo`da dinledim Madam Bovary`i. Bir kadin okuyordu. Hem de oldukca iyi okuyordu ama serinin son bölümüne denk gelmisim sanirim. Elma kendini zehirlemisti bile.

Iki roman kahramani arasindaki karsilastirma da cok hosuma gitti. Hep ikisini birbiriyle karistirirdim ama hic karsilastirmamistim.

Keyifle okudum yazini :)

neo dedi ki...

halid,

valla soğumakta haklısın sanırım, zaten kıl oluyormuşsun bovary hanım'a, bu benim yazı da üstüne tuz biber ekmiş.

genelde kitap eleştirileri begenilen, güzel bulunan kitaplar üzerine yazılır ya da beğenilmemişse de kurgusu, dili üzerine olumsuz şeyler kaleme alınır ya, bu benimki direkt kitaptaki karakterlere nasıl uyuz olunduğunu anlatan değişik bir şey oldu. bir tür kendimi feda ederek okumuşum da sanki, size dert yanıyorum "aman yarabbi, kitapta ne budala tipler var, şudur budur.." sonra da "siz bana bakmayın, yine de okuyun" falan. yok yemezler, böyle bir yazıdan sonra ben de elime almazdım madame bovary'i valla :)

bu arada adorno yazına bir şeyler yazasım var ama bir türlü toparlayamıyorum. adorno'dan alınan bölümün yeri ayrı tabii ama "bilinçaltı yoldaşları" kısmı kışkırtıyor insanı. (tabii adorno'yla ilgili yazmaktan tırsmak da var işin içinde, zaten senden başka kimse de anlamıyormuş :)

neo dedi ki...

teyzenteyfik,

ben de sevdim kitabı lakin yazımdan pek anlaşılmıyor sanki bu :)

acık radyo'da kitap okunduğunu bilmiyordum hiç, bakayım hemen yayın akışına, çok severim, biri kitap okusun ben de dinleyeyim. bazen trt 1'de "bir roman bir hikaye"ye denk geliyorum ama son zamanlarda saçma sapan kitaplar okuyorlar. açık radyo iyiymiş.

karşılaştırmalı yazıları seviyorum ben de, karakterlerin farklı yanlarını açığa çıkarıyor. edebiyat dünyasından "ihanet eden evli kadınlar" serisine devam edip, vadideki zambak'ı da okuyayım diyorum. gerci oradaki platonik bir aşk hikayesi sanırım.

dreamsact dedi ki...

yahu boşver adorno'yu o bana kalsın :)
sen yaz..

ikinci paragrafında açıkladığın nedenden ötürü bu kadar sevdim bu yazıyı sanırım.. yok sevgime neden aramıyorum. bovary yazınla kurduğum işikiyi anlatıyorum.. :)

endiseliperi dedi ki...

sevgili neolitik han�m,
utanarak s�ylemeliyim ki okumad�m kitab�. sevdi�im julian barnes'�n "flaubert'�n papa�an�nda bahsi ge�er. haz�r k�vama gelmi�ken belki onu da okursunuz; �neririm.

sevgiler.

Adsız dedi ki...

temmuz geldi, hani ya yengec burcunun burc yazisi? :( alingandir bu yengecler, yazmazsaniz size hatir gonul koyarlar, o neyse de oturur bir de kimse bizi sevmiyor diye aglarlar, dirdirlari hic cekilmez simdi... :)

neo dedi ki...

peri,

julian barnes'ı severim, o dedigin kitabı okumamıstım, iyi oldu hatırlattıgın. klasiklere ara verdim şimdi, harlan coben diye amerikalı bir yazar var, onun "baska sansın yok" romanına başladım. bir tur polisiye-gerilim. baska kitaplarını da okudum ve farkettim ki hep aynı şekilde yazıyor aslında, aile üyelerinin başına kötü bir şey geliyor, geçmişten karanlık sırlar açığa çıkıyor ve elleriyle adam öldüren bir uzakdoğulu kahramanımızın peşine düşüyor. tahmin edilebilir olsa da sıkılmadan okuyorum. (insana "ben de polisiye yazabilirim yahu!" duygusu veriyor, iyi oluyor :P

neo dedi ki...

hanimis,

burclara ara vermistim, hatirlattigin iyi oldu, onumuzdeki hafta yengeci koyarım sayfaya. yoksa dedigin gibi fena alınır yengecler..