to be continued ?


dün eve dönerken kitabımı yanıma almayı unutmak gibi, istanbul trafiğinde affedilmeyecek bir hata yaptığımı farkettim. aslında kitap dışında dergi falan da olur çantamda ama bu sefer okuyacak bir şey kontenjanında kendi notlarımın oldugu bir küçük not defteri dışında hiçbir şeyim yoktu. müzik dinleyeyim dedim ama kesmedi, illa ki okuyacak bir şey olmalıydı işte. o kadar sıkıldım ki sonunda zihnimden kendi kitabımı yazmaya başladım.


eski ofisten aklımda kalmış, "bundan güzel bir hikaye çıkabilir" dedigim bir şey vardı, onun etrafında düşünmeye başladım. once karakterleri cizdim, ilk cümle ne olmalı diye uzun uzun alternatifleri tarttım. baktım, kitap okumanın tadını vermiyor ama bir yandan da bayağı oyalayıcı bir şey, eve varana kadar devam ettim, sonra da aklımda kalanları yazdım. henüz nil'in başına neler gelecek karar vermiş değilim ama işin içinde eski bir asansör, piyano ve yaşlı bir adam olma ihtimali var. bir şeylerin sonunu getirme konusundaki kötü şöhretim düşünüldüğünde, devamı gelir mi onu da bilmiyorum.

fotograf da hikayede sözü edilen ofisten çekildi, 70'ler havası var biraz, o yüzden seviyorum. bir de kara kitap'ta rüya ile galip'in yaşadığı apartmanı hatırlatıyor. (biliyorum orası nişantaşı'nda ama olsun)

"çıkarken çayı kapatmayı unutmayasın" diye seslendi alp içerden, "yarın görüşürüz". ofisin eski kapısı gürültüyle kapanınca insansız mekanların o tuhaf sessizliği duyulmaya başlandı içerde. nil bilgisayarındaki o hafta bitirmesi gereken ama bir türlü dikkatini toplayıp tamamlayamadığı sıkıcı bir broşür metnine boş boş bakıyordu. bir gayret etse iki saatlik işi vardı ama yok, ya e-mail'lerini kontrol ediyor ya gıcık olduğu ama yine okuduğu köşe yazarlarından biri aklına gelip gazetenin sayfasını açıyor, o da olmazsa bir süredir takıldığı dedektiflik oyununu açıp, tekinsiz bir evin odalarındaki kayıp eşyaları arıyordu. oyun oynarken gelen kapı gıcırtıları, karga sesleri, rüzgarın uğultusu ve de histerik bir kadına ait olduğu şüphe götürmez çığlıklar sayesinde bazen gerçek bir gizemi çözüyormuş hissine kapılıyordu.

hava kararmak üzereydi, apartmanın önündeki ıhlamurun dalları arasından gümüşsuyu'ndan taksim'e çıkan arabaların kırmızı ışıkları görünüyordu. eve gitmek için acelesi yoktu bu akşam, biraz daha oyalanıp trafiği açılmasını beklemeye karar verdi. iki arkadaşıyla paylaştığı salon haricindeki odalar karanlıktı, tam çay almak üzere masasından kalktığı sırada o tuhaf sesi duydu. ne olduğunu anlamadığı sesin, önce bilgisayarda açık duran oyundan geldiğini sandı ama hayır, koridordan geliyordu. sanki küçük ayaklı biri hızla arka tarafa doğru koşmuş ve durmuştu. ofiste kimse kalmadığından emindi, salonun kapısına doğru yavaş adımlarla yürüdü. çok eski bir apartmandı burası, çoğu ofis olarak kullanılan daireler akşamları boşalır, gün içinde duyulmayan sesler birer birer kendilerini belli ederdi. çıtırtılara, yüz yıllık borulardan gelen homurtulara alışkındı ama az önceki gibi sesi ilk kez duyuyordu.

kapıdan kafasını uzatıp koridora doğru endişeyle baktı, bir şey göremedi ama salondan gelen ışığın vurduğu yerden ötesi karanlıktı zaten. sesi bir kez duymuş, ayağa kalkıp oraya doğru yönelince kesilmişti. yeniden başlamak için arkasına dönüp masasına geçmesini bekliyordu sanki. "anlam veremediğim bir ses, abartma napalım, korkmaya gerek yok, gidip çayını al, her zamanki gibi bir akşam işte" diye kendini yatıştırıp mutfağa yöneldi. yıllardır yalnız yaşıyordu, bu tür durumlarda korkularını bastırıp, paniğe kapılmamayı öğrenmişti artık. çayını koyarken "neden bir çocuk degil de küçük ayaklı biri olduğunu düşündüm?" diye geçti aklından.
(devam edecek)

2 yorum:

Lilium Bosniacum dedi ki...

eeee? olmaz böyle...sonra???? :)

neo dedi ki...

lilium,

dedim ya sonu gelir mi gelmez mi emin degilim. bir suru baslanip bırakılmış metinlerim var, korkarım bu da onların yanında yerini alacak.