taşınmanın hassas bünyeler üzerindeki olumsuz etkisi, pre/post-taşınma sendromu ve mücadele yöntemleri...


şimdi böyle fiyakalı ve akademik tatta bir başlık attım ama taşınma sendromuyla mücadele yöntemleri konusunda bir şey bildiğim yok. hangisini önce anlatmalı, ona da karar veremedim. birkaç haftaya kadar evi, yarından sonra da ofisi taşıyoruz. evle ilgili durumu biliyorsunuz aslında, evsahibiyle durumlar tatsızlaşınca taşınmaya karar verdim, boyacıköy civarında bakındım önce ama hem doğru dürüst bir yer yok hem de trafikten bezmiş durumdayım... ofis tünel'de, o yüzden daha merkeze yakın bir yere geliyim diyorum artık.

taşınma gündeme geldiğinden beri çok sevdiğim evimden soğudum, gidesim gelmiyor akşamları.. gidince de kendimi mutfağa atıp ekmek, kek, börek yapıyorum ofistekilere (eskişehir'den ne zamandır istediğim mutfak terazisini de aldım), en zorlu tarifleri bile deneyebilirim artık. obez biri olarak taşınacağım sanırım ühü...

üç taşınma bir yangına bedelmiş

ofisi taşıma hikayemiz hem acıklı hem komik biraz, geçen kış karaköy'de büyükçe bir yer bulmuştuk ihtiyacımıza uygun. nefis bir süleymaniye manzaramız falan vardı, neyse.. Tadilat başladı, taşınmaya birkaç gün kala evsahibiyle ilgili saçma sapan aksilikler yüzünden oraya taşınılamadı, acilen yeni bir yer bulundu tünel'de, küçük falan demeden oraya taşındık. burası geçici diye düşünüp tam manasıyla yerleşmedik ama yeni bir yer arayıp bulana kadar aylar geçti. sonra bir gün mutfakta hep birlikte sabah dedikodusu yaparken bina sallanmaya başladı, biraz sallanıp durdu. normal olarak "aha deprem oldu" diye düşünüp gazetelere, internet sitelerine baktık ama hiçbir şey yoktu. arkadaşları, tanıdıkları aradık ama kimsenin sallandığı falan yok. haydiii, anladık ki sadece bizim bina sallandı, e eski de bir bina, elimize laptopları alıp çıktık. sokaktakilere, esnafa da sorduk yok, onlar da hissetmemiş.

ne yapacağımızı konuşalım diye bir kafeye oturduk, laptopları açtık, ben bir yandan kandilli rasathanesi'nin web sitesini takip ediyorum, bir yandan da kulaklıkla radyodan haberleri dinliyorum, deprem haberi duyarım diye. napsak ne etsek diye konuşurken birden kötü bir koku geldi, ay bu ne dedik, ama baktık diğer masalarda bir hareket yok, herkes oturuyor sakin sakin. sonunda arkadaşlardan biri, "yoksa bu kokuyu da sadece biz mi duyuyoruz! ofisçe delirdik sanırım" deyince kahkahayı bastık :) az sonra anlaşıldı ki tam bizim masanın yanındaki kanalizasyon kapağından geliyormuş koku. hadii ordan da kalkıldı, bir başka kafeye geçilip gün boyunca telefon konuşmalarıyla yine geçici bir yer bulundu, iki gün içinde de oraya taşındık. hemen telefon ve internet bağlatıp "sahra ofisi" dediğimiz yerde çalışmaya devam ettik. bu sefer kolileri açmadık, herkesin masasının yanında durdu kolileri, çünkü buradan da taşınacaktık. son üç aydır koliler içinde, telsiz telefonlarla falan çalışıyoruz, her gelen ofisin o halini görünce "aa taşınıyor musunuz?" diye sorunca da bezgin bezgin hikayemizi anlatıyoruz.

neyse, sonunda yine tünelde, -bu sefer sağlam- bir yer bulundu, tadilat yapıldı yine, perşembe günü oraya -inşallah son kez- taşınacağız. "üç taşınma, bir yangına bedeldir" dermiş eskiler, sadece evdeki eşyalar değil ev ahalisi için de geçerlidir sanırım bu önerme bünyedeki hasar düşünülünce...

bizim bu "nehir roman" tadındaki taşınma hikayemizi duyanların yüzünde beliren yarı gülümseme, yarı acıma ifadesini görmekten sıkıldık, büyük bir "son taşınma" partisi vereceğiz oraya geçince.. bugün partiden konuşurken "koli bantlarından elbise giyelim" falan diyenler oldu, ofisçe iyi değiliz sanırım :)

boyacıköy'e veda

evden taşınma ile ilgili olarak da yeni gelişmeler var ama son anda tatsız bir sürpriz olma ihtimaline karşı kesinleşmeden yazmayayım diyorum (anti Secret yaklaşımı oluyor bu da, her zaman kötü ihtimali düşün, peh!). ama olursa taksim'e yakın ve hep çok sevdiğim bir yerde yaşamaya başlayacağım. belli olur olmaz, oraya taşınma hikayesini de yazarım.

böyle işte.. bu taşınma işleri yüzünden bu yaz huzursuz ve tatsız geçti benim için.. bununla başa çıkmak için başta da dediğim gibi kendimi yemek işlerine verdim. bugün çantamda iki somun "french herb bread" ve onları düzgün kesebilmek için dev bir ekmek bıçağıyla işe geldim. yolda da inşallah başıma bir şey gelmez de şu bıçağın hikayesini anlatmak zorunda kalmam diye düşünüp durdum. bu akşam da kurabiye yapayım diyorum şöyle iki tepsi.. hem taşıması kolay olur :)

12 yorum:

EKMEKÇİKIZ dedi ki...

Neocuğum,

Şu french herb breadin tarifini verseydin, keşke. :)
Bakar mısın, sen taşınma derken benim konuyu neresinden tuttuğuma?

Bu arada, ben sizin o kendi özel depremini yaşayan talihsiz ofis, hikayenizi daha önce duymuştum.
Hımm, nasıl mı?
Ajanlarım var, diyeyim.:))

Geçmiş olsun, kolay gelsin, güle güle oturun!

endiseliperi dedi ki...

hah haa valla ben de hikayenin son kısmına hele hele bıçak kısmına bayıldım.

hep yaşamak istediğin tünel'e yakın yer neresi olabilir ki allahaşkına? cihangir mi? hımm
boyacıköy kadar şiirsel gelmiyor kulağa.

ben 5 yıldır her yıl ev taşıdım. ilk kez bu yıl taşınmayacağım sanırım. tuhaf geliyor.

hadi kirala evi, sonra da yaz neler olup bittiğini.


sevgiler.

elektra dedi ki...

bu üç olacak ama, hepimiz hikayenin sonuna takılmışız sanırım. okurken ekmek bıçağının yaratmış olabileceği ilginnnç ve de traji komik bir hikaye bekledim bir an. itiraf ediyorum, şiddetli bir kahkayı da hazırlamıştım. ben de delirdim sanırım:P başkalarının başına gelen felaketlere gülmeyi beklediğime göre.
ben de koli bandı elbise istiyorummmmm:)

kolay gelsin.

neo dedi ki...

ekmekci kız,

ekmeğin tarifi portakalagaci.com'dan alınma. senin icin linki koyuyorum buraya, defalarca yaptım, hiçbirinde kötü bir sürpriz olmadı, tavsiye ederim:
http://www.portakalagaci.com/oburcuk/2003/09/soganli_fransiz.html

ay ay, demek ofis hikayemizi duydun, panik oldum şimdi, kimmiş bu ajanlar? kimse bilmiyor bu blogu..

neo dedi ki...

pericim,

ben de hikayenin sonunu sevdim, çok sıkılıyorum herhalde bu taşınma mevzuundan komik bir şekilde yazmayı beceremedim.

yok cihangir değil, boyacıköy kadar şiirsel de değil zaten ama nedense sevdiğim bir yer. kesinleşsin yazayım.

çok şikayetleniyorum ya bu mevzuuda belki de dışardan saçma görünüyordur diye düşündüm bu sabah, "ne yani kardeşim, ne dertleri var insanların, bir tutturmuşsun taşınma taşınma diye" ama gerçekten çok etkiliyor beni. sen ne hissediyorsun taşınmayla ilgili?

sevgiler

EKMEKÇİKIZ dedi ki...

No panik, Neo!

Seni ve blogunu bağdaştıracak bir durum yok. Yani aslında "ajan" yok. Lafın gelişi öyle.
Ben sadece "o" ofisi biliyorum.

Ekmek tarifi için teşekkür ederim.
Dün gece, bu sabah taze ekmek yemek için kurduğum ekmek makinesi, yine sürpriz yaptı; kabarmış ve sonra çökmüş bir ekmek çıktı.:( Ben gene elle yoğurmaya döneceğim, anlaşılan.

neo dedi ki...

elektra,

dev ekmek bıçağıyla ilgili olarak sabah değil ama akşam eve dönürken benzeri şeyler hissettim otobüste, traji komik bir hikayenin kahramanı olmakla olmamak arasında gittim geldim diyebilirim (yok, abarttım biraz).

hani oyunun bir yerinde bir silah geçince, illa ki patlamalı derler ya, madem çantamda, kullanayım ben bunu diye deli deli düşündüm ama durduk yerde değil, şöyle oldu: dörtlü koltuklardan en uçtakine oturdum. kulaklığımı taktım, kitabımı açtım, derken yanıma bir adam oturdu. sandaletinin içine çorap giyen enteresan ve de huzursuz bir tip. oyalanacak bir şey arıyor gibi, bir türlü rahat edemedi, kah ayaklarını uzatıyor, kaykılıyor, kah dik oturup etraftakilere bakıyor uzun uzun. bir ara bayağı gözünü bana dikti bu, ben de hemen yanındayım ya kafamı çevirmesem de hissediyorum, kitabımı okumaya çalışıyor falan.. şimdi dedim çantamdan dev bıçağı çıkarıp adama göstersem ve gayet sakin bir şekilde "ya yolun geri kalanında uslu uslu oturursun ya da bu bıçağın tırtıklarını o huzursuz bedeninde bulursun!" desem tarantino filmlerine yakışan bir şekilde ya da "bana bak sandaletli, sakin ol yoksa bıçağı böğrüne yersin!" gibi geleneksel bir yaklaşımda mı bulunsam gibi çılgın fikirler geçti aklımdan :)

kitabı falan bırakıp zihnimde bu sahne üzerinde çalışmaya başladım. o an adamın ve etraftakilerin yüzünde belirecek ifadeyi hayal etmek itiraf ediyorum çok eğlenceliydi. neyse adam indi, ben de kitabıma döndüm, bıçak da kazasız belasız çekmecedeki yerine...

("ay ne bu şiddet merakı" diyerek tenkit edeceklere karşı şimdiden söyliyeyim, tabii ki kimseyi bıçaklayacak falan değildim, hayal kuruyoruz şurda..)

gülçin dedi ki...

otobüsteki hayalin çok hoştu neolitik hanım,ilahi :) aklıma max aub'un örnek suçlar kitabını getirdi, okudun mu o kitabı, max aub yıllarca mahkeme tutanaklarından cinayet sebeplerini topluyor ve bu kitabı yazıyor, bulursan oku, senin ekmek bıçaklı fantazi ne ki :))

taşınmak ruhun da yer değiştirmesi gibi bir şey. ben çocukken babamın memeuriyeti dolayısıyla neredeyse yılda bir taşınırdık. hem de şehirler arası. bir sürü okul, bir sürü insan, kök salamadım ben, öyle "ah beraber büyüdük" diyebileceğim bir dostum olmadı bu yüzden. neyse, taşınmak travmatik bir şey ama eskiler yer değiştirmenin ferahlık getireceğini de söylemişler. dilerim yeni yerinde daha güzel günler yaşarsın. (amatör dedektif:cihangir değilse, kuledibi mi yoksa?? )

Adsız dedi ki...

Neolitik Hanım,

İyi yönlerine bakarsanız rahatlarsınız biraz bence. "Taşınmak tazelenmektir" diye bir cümle uydurup keyfinize bakın. (Benim her yılıma ortalama bir ev düşüyor, üstelik son 10 yıldır taşınmadığım halde! Halinize şükredin valla.)

neo dedi ki...

gülçin,

o dediğin kitabı okumadım, okuyayım en kısa zamanda, enteresan bir kitaba benziyor.

biz de taşınırdık çocukken ama o zamanlar çok etkilenmiyordum sanki ya da çocukların her koşula hemencecik uyum sağlaması gibi bir mekanizma devreye girip kurtarıyordu beni.

yeni yerle ilgili iyi dileklerin için teşekkürler. kuledibi değil bu arada :)

neo dedi ki...

metin bey,

evet evet dediğiniz gibi iyi yönlerine bakmalı, bu tatsız konuyu uzatmamalıyım.

sabah eskişehir yazısını gireceğim sayfaya.. bakalım beğenecek misiniz? (trenler de var)

elektra dedi ki...

neolitik hanım, sakladığım kahkahamı patlatabildim sayenizde. çok merak ettim, adamcağız bıçağı görseydi ne yapardı acaba?