yün vs.


efendim bu yılki yün ve örgü sezonunu cumartesi günü kürkçü han'a yapılan seferle açmış bulunuyoruz. vakit kısıtlı olduğundan uzun uzun bakamadık yünlere ama olsun. işte yün seferinden kısa notlar:

-eminönü'ne varıncaya kadar trafikte çok bekledik, beklemek acıktırdı ve de hamdi'de bir kebap molası verildi. hava güneşliydi, şallara sarınıp dışardaki masalardan birine oturduk, o sürekli hareket eden kalabalığa yukardan bakmak insana iyi geliyor. hayata bir mola vermiş hissine kapılıp, ordan oraya koşturan insanların da aynı şeyi yapmasını diliyorsun içinden, şefkat duyuyorsun...

-hamdi'nin yemekleri fena degil ama her zaman kalabalık olduğundan mı nedir, servis problemli biraz. ortalıkta masaları dolaşan artist şefler var ama sıcak bir pide getiren yok. çıkışta hamdi'den kahke aldık, hani şu antep'in meşhur tuzlu kurabiyelerinden... çayla çok iyi gidiyor.


-hamdi'den sonraki durağımız hemen yan taraftaki oyuncakçı oldu, büyümekle ilgisi yok, hala seviyorum oyuncaklara bakmayı, almayı. ordan üzerinde "nasyonel bebek" yazan, kafasında ingiliz askerlerinin meşhur siyah tüylü şapkası ve üzerinde kırmızı üniforması olan bir bebek alındı :) başka milletlerin (hint, alman, rus vs) bebekleri de vardı ama bizim yoktu, büyük eksiklik!

-eminönü'ndeki acayip cumartesi kalabalığından sıyrılıp kendimizi kürkçü han'a zor attık. çizgili battaniye için açık yeşil, koyu yeşil, gül kurusu, mor, gri, lacivert yünler aldım. bir de bu yıl maça gitme planını gerçekleştiririm belki diye siyah-beyaz yün aldım atkı için. çocukken babam bizi eskişehirspor maçlarına götürürdü, burda da bir kez beşiktaş maçına gitmiştim. eğlenceli oluyor, tanımadığın insanlara bağırıp çağırıyosun, hayatta yapamadığımız bir şey.

-yün dükkanlarını gezerken vitrinlerde "akıllı yün geldi", "akıllı yün çeşitleri içerde" yazılarına rastladık, merak edip bakalım dedik, ördükçe kendiliğinden desenler oluşturan yünlermis bunlar, benim gibi sadece düz, haraşo ve lastik örebilen acemiler için idealmiş, bir dahaki sefere onlara daha ayrıntılı bakayım diyorum.

-kürkçü han'dan toplamda sekiz yün alarak çıktık, yokuştan aşağı inerken koyu yeşil büyükçe bir çanta beğendim ama yük etmiyim diye almadım, keşke alsaydım.

-mahmutpaşa'dan geçerken birtakım adamlar dikkatimi çekti, ellerinde kartvizitleriyle gözüne kestirdikleri kişilerin yanına yanaşıp "pardesü çeşitlerimiz var, uygun fiyatlı", "çeyizlikler var, çeşitler içerde" diye kart vermeye çalşıyorlardı. kartlardan alan oluyor mu acaba diye merak ettim.

-o berbat trafikte eminönü'nden çıkmak 40 dakkayı buldu, yün macerasından sonra son ültimatom (the bourne ultimatum) filmine gittik, ilk kez bir üçlemenin son filmini izledim (kitabı sonundan okumak gibi oldu, benim için bir devrim sayılır). çok beğendim ben filmi, ilk ikisini de bulup izleyeceğim en kısa zamanda. bana istihbarat, casusluk filmi olsun zaten, hiç sıkılmam izlerim.

böyle işte...

5 yorum:

EKMEKÇİKIZ dedi ki...

Hıımmm, anlaşıldı.
İlk fırsatta "kahke" alınacak.
İlk fırsatta "Son Ültimatom"a gidilecek.
:)

Kart vererek alış verişe davet etmek, yeni bir yöntem olsa gerek.
Kendilerine ciddiyet verdiğini filan düşünüyorlar, anlaşılan.
:)

Siyah-beyaz hı?
Beşiktaş yani?!
:)

gülçin dedi ki...

sevgili neo,
akıllı yünler geçen sezon trendi idi, giderken giderken rengi değişiveriyor yünlerin, bitince de ebrul gibi oluyor, ilginçler yani akıllı olmaları yanısıra:) ah o kahkelerin en çeşitleri var, elmalıları, cevizlileri, tatlıları-tuzlulzrı, yoğurtluları... bizim cumartesi kurulan sahrayıcedit pazarına bir adam getiriyor bunlardan çeşit çeşit. geçen gördüğümde işi ilerletmiş beypazarı'ndan soda da getirmişti. "asıl sod abu hanımlar, bunu içince başka soda içemezsiniz" diye bağırıyordu. ben de aldım, kaçırır mıyım? hakikaten güzeldi. ben pazarları çok severim, renk renktirler. gittiğim her yerde de uyarsa pazara gitmek isterim. hatay'da mesela gezerken birisi "bugün harbiye'nin pazarı" dediydi de ben illa gideceğiz diye tutturmuştum. gidip ev yapımı defne sabunları almıştık oradan.

örgü sezonun hayırlı olsun bu arada:)

Adsız dedi ki...

sevgili neolitik hanımcım, nasıl sevindim yünleri filan görünce anlatamam. ne güzel fotoğraflar. renklerine de bayıldım. ben başladım bugün. 100 ilmekli, düz, acı kahve. bakalım ne olacak. ben de ikea'dan ayıcık almıştım son gittiğimizde. küçük balık, büyük balık ve bir de bebek için karyolaya asılan oyuncaklardan. onu kazara almışız ama ne olacağı da belli olmaz:)

hamdi fena fikir değil ve kahke de çok lezzetli görünüyor. gidersem alırım. sağol fikir için.

biz eminönü'ne artık arabayla gitmiyoruz. doğrusu, vapura binmek için eminönü'ne gidiyoruz, daha iyi oluyor. ben sirkeci'ye, o binalara filan bayılıyorum her seferinde ve bora her seferinde vakit olsa sana daha bir sürü soakak dolaştırırım burada, diyor. keşke istanbul hukuk'ta okusaymışım, ne güzel olurdu.

neolitik hanımcım bence bu yazı çok güzel olmuş. kayifle okudum. çalışma masan, ışık da çok güzel.
arada bunları da yaz, olmaz mı? biliyorsun merak ediyorum sonra.

kendine iyi bak. sevgiler, öpücükler.

Adsız dedi ki...

neolitik hanim
bak su linkte orgucu bir blogger var. ben de bugun rastladim orguyle ilgili birseyler ararken. sayfanin asagisina dogru (sanirim o akilli iplerle yapilmis) bir de batteniye ornegi var. ben de annemin sislerini buldum cikardim bugun. simdi yun ve proje lazim. kolay gelsin:)

http://kitchencotton.blogspot.com/2007_03_01_archive.html

neo dedi ki...

ekmekci kız,

evet beşiktaşlıyım ben kendimi bildim bileli, nasıl beşiktaşlı olduğumu da hatırlamıyorum hiç, babam galatasaraylı, annemin futballa işi olmaz. renkleri begendim herhalde..

***

gülçin,

hmm demek gecen sezonun trendiymis bu akıllı yünler.battaniye bitsin, bunların kahverengi tonlarında bir atkı öreceğim anneme.

elmalı kahkeyi merak ettim, daha çok, tuzlu oluyorlar sanıyordum.

ben de çok severim pazara çıkmayı, buralarda yok pazar, emirgan'da salı günleri olurdu, seyrek de olsa çıkardım. çocukken annemle çıkardık, bana minik bir pazar çantası almıştı, ona hafif bir şeyler koyardı taşıyayım diye, kendimi işe yarar ve büyümüş hissederdim :)

***

pericim,

demek sonunda başladın battaniyeye, yaşasın! nasıl gidiyor, sayfana baktım bugün, birkaç gündür yazmamışsın bir şey, yoğunluktandır diye tahmin ediyorum.

dedigin gibi eminönü'ne arabayla gitmemek lazım, bir dahakine tramvayla gideyim diyorum. sirkeci'yi ben de çok severim, üniversitedeki bir hocamız anlatmıstı. postanenin yanındaki yokuşta eskiden dolmakalem tamircileri varmış, simdi kalmadı sanırım. bir de sirkeci adliyesinin arka sokaklarında bir esnaf lokantası varmış, hüdadat lokantası diye, adı yıllardır aklımda ama bir türlü keşfetme fırsatım olmadı. siz fırsat bulursanız bir bakın derim, ekşi sözlük'e göre 1944 yılından beri hizmet veriyormuş bu güzel isimli lokanta.

yazıyı beğenmene çok sevindim, evin başka yerlerinden kareler de koyayım sayfaya o halde, salonda hoş düzenlemeler yaptık.

sevgiler, öpücükler...

***

pelin,

önerdiğin sayfaya baktım hemen, ne güzel battaniye olmuş o öyle.. eskişehir'den annemin örgü dergilerinden güzel bir battaniye modeli buldum, ben yapamam bu kıs herhalde ama sana bir proje fikri verir belki, ilk fırsatta tarayıp sayfaya koyayım.

sayfana bakamadım ne zamandır, döndün sen memlekete diy mi? geç de olsa hoşgeldin diyeyim sana pelincim :)

bu arada blogspot'a mı taşısan sayfanı acaba, bu wordpress'in normale döneceği yok sanki?