önce beşiktaş'a gitmeli diye düşündü yataktan kalkarken, dışarda havanın soğuk olduğu perdenin arasından sızan ışığın solgunluğundan belliydi. ayağının ucunda kıvrılmış kedi, bu saatte kalkmanın ne manası var der gibi küçümseyerek bakıp uykusuna geri döndü. sevgili istanbullular kar yağdığından otomobillerini çıkarmamış olacaklar, trafik pek rahattı. hem son ödeme tarihi geçen su faturasını yatırdı, hem de artık yolunun üstü olmadığından daha seyrek gelebildiği beşiktaş'taki klasik mekanlarına uğradı. önce kabalcı'da ajanda baktı ama aradıgı gibi bir sey bulamadı, "her yıl bi sürü ajanda gelir, birini bile kullanmazsın, yoklugunda da ajanda kullanıcam" diye tutturursun diye söylendi. raflarda bir sürü saatli maarifler, ülkü takvimleri diziliydi, görevlilerden biri yeni kutulardan takvimleri çıkarmaya devam ederken diğer görevliye saatli maarifleri göstererek "çok tutuyor abi bunlar, altıncı yedinci ayda bile gelip soran oluyor" dedi. bunu duyunca "tamam bir geleneği yaşatmak iyi de, bu takvimde hep olumsuz şeyler yazıyor, insan o gün sayfayı kopardığına pişman oluyor günün tarihindeki ölümleri, felaketleri okuyunca" diye düşündü, sonra da "aslında iyi fikir, böyle temalı takvimler yapılmalı, içinde ya sadece karanlık şeylerin ya da neşeli şeylerin, doğum yıldönümlerinin yazıldığı türleri olmalı, üstlerine de yazılmalı ki insanlar bilerek alsınlar. bu fikri unutmayayım da ofisteki arkadaşlara söyleyeyim diye zihnine hayali bir post-it yapıştırdı. ofis deyince aklına o gün uzuun bir izinden geri dönecek olan arkadaşı b. geldi. yazın bir bebeği olan b, altı ay aradan sonra ofis hayatına geri dönüyordu, yaptıkları uzun telefon konuşmalarından çok zorlanacağını hissetmişti arkadaşının, bugün masasına geri döndüğünde onu neşelendirecek bir şeyler bulmalı diye geçirdi aklından, şöyle mis gibi kokan bir demet nergis almalıyım, belki de yeni bir defter, yeni çalışma yılı için. bunları akıl ettiğine için için sevinerek çarşı içindeki çicekciye dogru yürüdü. neşesini söndüren, akşam bir türlü pişmek bilmeyen havuclu keki hatırlaması oldu. aksamki partiye meşhur kekinden götürme sözü vermişti arkadaşlarına ama ev arkadasının fırınındaki ayarlar, alıştığı bildiği kendi fırınından farklı çıkınca içinde koca koca gözenekler olan berbat bir kek çıkmıştı ortaya. keki o zor begenen arkadaslarının şerefine verilen partiye hayatta götüremezdi. çarşı içinden elinde mis gibi kokan çiçeklerle geçerken kar başladı yeniden, o havada çiçeklerin öyle kokması tuhaf geldi, yanlış zamanda, yanlış bir yerdeymiş gibi hissetti. akşam için ne götürsem diye dalgın yürürken yedi sekiz hasan paşa fırınını görünce "vişneli mekik!" diye minik bir çığlık attı iç sesiyle.. fırındaki aksi ihtiyar, mekikleri kesekağıdına doldururken ofise nasıl dönsem diye düşünüyordu, en iyisi otobüsle kabatas'a oradan tramvayla tophane'ye, sonra da yokusu tırmanacaktı her zamanki gibi. durakta beklerken yokuşun buz tutup tutmadığı konusunda endişeleniyordu ki otobüs geldi.
neo
the bayan dalloway :)
*herkese iyi haftasonları.
9 yorum:
hasan pasa'nin tarcinli kurabiyeleri hala duruyor mu acaba? cok severdim.
:) sabahın köründe, 9:00 10:oo gibi yaptıysan bunları, hele de o takvimleri yerleştiren görevlinin yanındayken kesin karşılaşmışızdır seninle. ne kadar şaşırdım ve ne çok gülümsedim okurken bir bilsen.
iyi hafta sonları...
ne güzel bir yazı böyle! "hem ne güzel bir sabah, kumsaldaki çocuklara üleştirilmiş gibi taptaze."
:)
bu sabah mrs dalloway'i düşündüm yatakları toplarken... beceriklilik ve düşüncelilikleriyle onun iyi bir insan olmasına yardım eden hizmetkarlarına duyduğu şükran duygusunu. iyi biri olmamız önce bize ama çokca da başkalarının yardımına bağlı sanki.
az önce soğuk dışarıdan eve geldim, evi havalandırdım, koyu kahvemi yaptım. sana geldim. iyi böyle.
sevgiler.
Nasıl canım çekti şimdi; o fırından çıkan herhangi birşey beni nasıl mutlu ederdi:(
Yılbaşından bir kaç hafta önce Japon espaslarının olduğu bir takvim almıştım. Tam ayın son günlerinde bu defa Japon ikebana fotoğraflarının yer aldığı bir takvim geldi. Japonlardan Japon seçmek gerekti, neyse astım birini sonunda.:)
Konulu takvim fikri harika bir buluş olmuş, Ms.Dalloway.
:))
aaa çok kıskanıyorum ben sizi, endişeliperiyi filan.. böyle kitaplardan fırlamış gibi duran cümlelerinizi okuyunca, allam bana da bahşet bu yeteneği diyorum. zaten blog okuma sevdasına kitap okumayı unuttum..
müzi,
hasanpaşa'dan genelde vişneli mekik aldığımdan tarçınlıdan emin değilim ama yıllardır hiçbir şey değişmiyor o fırında, kesin duruyordur.
***
elektra,
ben ordayken defterlere bakan birini hatırlıyorum hayal meyal, demek sendin o! ne acayip! çok şaşırdım ve hoşuma gitti benim de, bundan sonraki kabalcı ziyaretlerimde etrafa iyice bakayım ben :)
***
peri,
sen evdeki hallerini, dışardan alışveriş yapıp eve gelişini anlatıyorsun ya bazen, bana ilham verdi bu dalloway modunda yazarken..
bugün fırtına bey'in dogumgunu, birazdan cıkıp pasta ve salata için malzeme alacagım, haberi yok ama ona bir balık ziyafeti cekecegiz bu aksam. pijama aldım (senden kopya çekerek), bir de doğduğu yıl meydana gelmiş olayların oldugu bir gazete yaptım bilgisayarda, şirin oldu. bakalım begenecek mi?
sevgiler
***
serap,
teknolojinin bir tıkla kurabiye göndermeye elvereceği günlere kadar, sadece tarifini bulup yazabilirim bi yerlerden :)
***
ekmekci kız,
ben de bu yıl national geographic masa takvimi aldım, guzel fotograflar var.
konulu takvim üzerinde çalışmak lazım, sana özel bir ekmekli takvim olsa mesela? :)
yeni geldim sitenize pek keyifli. neredeyse bir kitap okuyormuş gibi hissettim. ben yazamıyorum böyle şeyler ama olsun okurum yine.
yine gelirim..
sevgiler
gorki
yaban,
:) kitaplardan fırlamış gibi duran cümleler diyerek mahcup ettiniz valla beni.. bu ara ben de kitaptan ziyade blog okuyorum, bir tür resimli kitap okur gibi sanki..
***
gezicini,
hoşgeldiniz. yine gelin tabii, ben de sizin sayfanıza baktım, ne çok yer gezmissiniz.
sevgiler
Yorum Gönder