fotoğraftaki o kadın nereye gitti?


eskisehir'e her gidişimde annemle eski fotoğraflara bakıyoruz, bir geleneğe dönüştü gibi. bizimkilerin, ablamın ve erkek kardeşimin zaman içinde geçirdiği değişimi görmek, ablam evlendikten sonra aileye katılan yeni üyeler, artık hayatta olmayan aile büyükleri... her seferinde etkileniyorum gördüklerimden. kimisi yıllardır baktığım, artık kanıksadığımı düşündüğüm kareler ama şimdi şimdi yeni ayrıntılar takılıyor gözüme. annemin 30'lu yaşlarının başında çekilmiş siyah beyaz fotoğrafında mesela, ellerinin ojeli olduğunu fark ediyorum ve çok şaşırıyorum. o saçları permalı, makyajlı, ince ve sivri topuklu ayakkabı giymiş kadınla, şimdiki yaşlı kadın arasında bir ilişki kurmak çok zor. son yıllarda iyice bıraktı kendini, yaşlılığı kolayca benimsedi, o anneanne yeleklerini yaz-kış sırtından çıkarmaz oldu (tamam anneanne oldu ama hiçbir kadın o yelekleri giyecek kadar yaşlı değildir). kendimi bildim bileli kuaföre giderdi annem, saçlar perma yapılır, boyanır, kaşlar düzeltilir ama son yıllarda kuaför de çıktı hayatından. bu gidişimde baktım saçlarını boyatmayalı epey olmus, çok güzel saçları var, yaşla azalmayan, benimkinin aksine düz, elektriklenmeyen, kabarmayan çok güzel saçlar... gel dedim boyayayım ben onları, en son boyattığı rengin numarasını hatırlayamadı, "açık kestane tonlarında" dedim kozmetik mağazasındaki genç kıza, birkaç marka içinden birini seçti, "bu çok tutuyor, bunu deneyin: kışkırtıcı kahve!" "annemin saçını boyayacagız aslında" diye bi şeyler geveledim, "çok iddialı olmasın?" sonra da kendime kızdım, bi de yaşlılığı benimsedi diye kızıyosun, senin bakış açın öyle bi kere kadına, hem kahverenginin kışkırtıcılığından ne olacak, saçmalama!"

o akşam fotoğraflara bakmıştık, anneme ojeli fotografını gösterip, "bak ne güzelmiş, saçların, kolyen, ayakkabıların degil mi? diye sorunca, önce güldü, sonra da "gençlik vardı o zaman, heves vardı" dedi. "şimdi de olsun heves" dedim, "tamam oje beklemiyoruz, ama şu nine giysilerinden vazgecsen, kat kat yelekler, çoraplar, kalın kalın başörtüler olmasa?" kafası karıştı biraz, "bilmem ki" dedi. ben de çok uzatmadım, ailece bütün dişlerimizi göstererek güldüğümüz bir sonraki fotoğrafa geçtik, hepimiz öyle mutlu görünüyoruz ki, tarih atmamışız ama aşağı yukarı ben 7-8'im, ablam 11-12 yaşlarında. annemler de 30'larında işte, belli ki fotograf makinasını otomatiğe ayarlayarak kanapeye dizilmişiz. hepimizin yüzünde, kahkahasını tutmaya çalışan mutlu insan ifadesi. erkek kardeşimin kareye girmesine daha yıllar var, babamın ikinci şark hizmetine tek başına gitmeye karar verip, bize doğu'nun o en soğuk şehrinden özlem dolu mektuplar yazmasına da...

neyse, o fotoğraf faslından sonra dedim anneme "hadi saçlarını boyayalım" diye, ertesi gün de hemen "kışkırtıcı kahve"yi ve fırça vs'yi temin edip işleme başladık. kuafördeymişiz gibi bir sandalyeye oturdu, fırçayı kolayca batırayım diye boya kabını yorulmadan elinde tuttu, arada güldü, "kızım kuaför gibi ustaymış meğer bu işte" diye şaştı. ben "ya turuncu olursa saçların" diye korkutunca, "kötü olursa başörtüsüyle çıkarım sokağa nolucak" diye beni rahatlattı. bir ara suskunlaştık ikimiz de, kendimi tutamayıp o zaman sordum işte, "anne o fotograftaki kadın nereye gitti?" yine güldü, "hakikaten nereye gitti, ben de bilmiyorum." hemen sonra "yaşama sevincimi kaybettim galiba ben" diye devam edince cümleye, çok fena oldum. annemin değil ancak mutsuz bir film kahramanının ağzından çıkmasını bekleyeceğim o cümle havada asılı kaldı. o da şaşırdı sanırım söylediğine, hemen ardından "aslında ortada bi sey de yok, bakma sen bana" diye havayı değiştirmeye çalıştı. "neden öyle" dedin, "bak biz varız kızların, oğlun, torunların, bak sağlığın da yerinde, babamın da öyle, lütfen karamsarlığa kapılma" dedim telaşla. "haklısın, haklısın" diye konuyu kapattı. o ara kardeşim geldi çarşıdan, annemi oyle boyalı halde görünce güldü, "abla, annem gençken jackie kennedy'e benziyormuş diy mi, gerçi hala genç ya!" diye kadını neşelendirdi biraz da, ikimizi saran melankolik hava dağıldı.

beyazlar iyice kapansın diye, normalden biraz daha uzun süre tutup yıkadık, mis gibi bakım kremini uygulayıp kuruttuğumuzda gerçekten de çok güzel bir kahverengi tonu ortaya çıktı. iyice uzadığı için gözüne giren saçlarını mavi bir firketeyle yandan tutturunca da o fotograftaki kadın göz kırpar gibi oldu çizgileri derinleşmiş yüzünden. bundan sonra eskişehir'e daha sık gidip, o kadının yine ortadan kaybolmasına izin vermeyeceğim. hem sıra o yeleklere de gelecek...

9 yorum:

Adsız dedi ki...

Ne güzel, ne güzel bu yaptığınız...

şule dedi ki...

neo ne guzel yazmissin. bir film karesini izler gibi okudum yazdiklarini...

Aydan Atlayan Kedi dedi ki...

Babamın siyah beyaz bir fotoğrafını buldum geçenlerde. Öyle genç öyle parlak. Bunu ona gösterdiğimde gözleri bulutlandı. Başını sallayıp "eskidendi..." dedi. İçim fena oldu. Gözlerinin yanındaki çizgilerden öptüm. "Neyseki sağlıklı ve hayatta" diye geçti içimden. Sevindim.

EKMEKÇİKIZ dedi ki...

Öyle oluyor(lar)...
O sevinci, her ne ise, kaybediyorlar.
Belirli bir amaçla yaşadıkları yıllar, (büyüsünler, okusunlar, evlensinler, torun da görelim) bir bir geride kalınca, yani, amaçlanan kendi hayatına dair öz, özel hedefler olmayınca, o sanal hedefler de yerini bulunca, yaşama sevinçlerini kaybetmiş gibi oluyorlar.
Aslında, o sevinci kendilerine çevirebilseler, hayat daha anlamlı olacak, daha kolay geçecek.
O neslin insanlarının böyle bir bireyselliği gerçekleştirebilmelerinden umut keseli çok oldu.
Keşke, annenin saçlarına yaptığın o renk değiştirme işlemi, bütün hayata uygulanabilse...
Hiç değilse, ders alsak da, biz bireyselleşmiş hedeflerin peşinde olsak.

elektra dedi ki...

:( uf ki ufff. annem kendini iyi hissetmediğinde öyle bir içim sıkılıyor ki benim, neredeyse ona kızmaya vardırıyorum işi. neden böyle yapıyorum diye kendimi didince tek bir geçerli cevap buluyorum kendimi temize çıkaracak, ' ama o anne, ben çocuğum. rolleri değişmemeliyiz. o hep iyi güzel mutlu olmalı , biz sıkışınca gidip ona buğuz yapmalıyız.' annenin bababın yaşlanması, en çok bu yüzden içini acıtıyor insanın. artık çocuk olma şansın kalmıyor.
anne yeleklerine hayır!
annelerin kendini bırakmalarına izin vermeyeceğiz. bu da neo'nun başlattığı eylem olsun. şu havaların ısınmasıyla yapacağım ilkk iş, bir kutu boya alıp günübirlik de olsa gidip annemin saçını boyamak olacak.

gülçin dedi ki...

çok hoştu, aferin neo. yüzümd eburuk bir gülümseme ile okudum, sağolasın.

neo dedi ki...

metin bey,

bana da çok iyi geldi...

...

şule,

beğendiğine çok sevindim, bizimkilerle ilgili yazarken başka bir ruh haline bürünüyorum sanki. her zaman yazdıklarımdan farklı oluyor.

...

aydan atlayan kedi (ne güzel isim bu)

babamın da var öyle fotografları, ispanyol paça pantolonlar, incecik, sırım gibi bi adam. gerçi şimdi sırım gibi degilse de fena sayılmaz, outdoor insanları gibi giyiniyor, kırk cepli yelekler, montlar :)

...

ekmekci kız,

öyle olmasınlar işte, ben çalışacağım bu konuyla ilgili. yani büyük bir hedefi olsun diye degil de işte, böyle ufak şeylerle keyfi yerine gelsin birazcık diye.

evet evet, biz yaşlandıkça kararmayalım, aksine giderek neşelenelim, ihtiyar tatlı kaçıklar olalım :)

...

elektra,

aynen, ben de senin gibi kızıyordum anneme çok kendini bıraktığı için vs. ama bir süredir onu anlamaya çalışıyorum. bu da sanırım benim için bir yaşlanma belirtisi :)

dedigin gibi "annelere kışkırtıcı kahve" kampanyası başlatalım baharla birlikte :) başka renkler de olur tabiy.

...

gülçin,

"aferin neo" demişsin ya, çok hoşuma gitti :) nicedir kimseden duymamıştım, iyi geldi. sen de sağolasın.

müzi dedi ki...

katılıyorum. insan kendi derdiyle, can sıkıntısıyla baş etmesini biliyor da iş anne-babanın sıkıntısı olunca bir başka ağır geliyor. yıkılmasın istiyorsun onlar. ben yıkılır ayağa kalkarım sorun değil ama onlar hep dimdik olsun, neşeleri hiç kaçmasın, ışıkları sönmesin.
öpüyorum anneni. hem jackie kennedy de kim oluyor annelerimizin yanında!

neo dedi ki...

müzi,

işte o yüzden annelere neşe kampanyası başlattık bak :) ihtiyar yelekleri atılsın, saçlar boyansın! hem dediğin gibi jackie kennedy de kim oluyormuş :)