welcome to istanbul!

haydarpaşa'da trenden inmiş, eve gitmek üzere yola koyulmuşum, pazar akşamı oldugundan trafik azdır diye düşünüyorum, eh fena sayılmaz. ışıklardan karşıya geçmek üzere bekliyorum, yayalara -bize yani- yeşil yanıyor, kalabalık bir gup olarak harekete geçiyoruz ki soldaki yoldan bir uyanık son anda geçmek üzere gaza basıyor, tam o anda arabanın önündeyim, zor da olsa duruyor ama bi yandan da hafiften gaza basmaya devam ediyor ufak ufak, millet kaçışıyor, ben öfkeyle ışığı gösteriyorum, "git işine" der gibi bi el hareketi yapıyor, ben de çek çek bavulumla duruyorum tam önünde, ilerlemiyorum, "hadi bakalım nasıl gidiceksin" diye suratına bakıyorum, aa gaza basıyor manyak, basbayağı üzerime sürüyor! kendimi son anda çekiyorum önünden ve o kadar kızıyorum ki ışık hızıyla dönüp elimdeki şemsiyenin sapını arabanın camına geçiriyorum! arabanın dışında olsa çok rahat kafasına da geçirebilirim, böğrüne de saplarım, o derece! çok şaşırıyor, beklemiyordu tabiy, kırmızıda geçmek onun hakkı, kadının biri dur demiş, hah, üzerine sürer geçer n'olucak? arabayı durdurup, camı aralayıp o..! diye bağırıyor, ben de ağzıma geleni söylüyorum, bir sonraki karede adamın arabadan inip üzerime yürüdüğü ihtimali gözümde canlanınca, şemsiyeyi sıkıca kavrıyorum, kavgaya hazırım... welcome to istanbul neo!



flashback (24 saat önce)


hava cok soğuk, ara ara lapa lapa (tekerleme gibi oldu) kar yağıyor, öğleden sonra kardeşimle çıktığımız eskişehir lezzet turunda önce pino'ya uğrayıp dünyanın en lezzetli hamburgerlerini, patates kızartmalarını mideye indiriyoruz. turun devamında karakedi'den boza, kurtuluş'tan çekirdek, tombul fırın'dan haşhaşlı, tahinli çörekler, kurabiyeler alınıyor. hava henüz kararmamış, hamamyolu'nda yürüyoruz, sıra sıra kahveci, baharatçı dükkanlarından kışkırtıcı kokular geliyor. dershanelerden çıkmış 11-12 yaşlarında çocuklar görüyorum yollarda, bir ellerinde kitapları, diğerinde çikolata-cips vs bir şeyler yürüyerek çarşıda yürüyorlar. lisedeyken her okul çıkışı kremalı (ekler'in eskişehir'deki yerel adı) aldığımız küçük fırını hatırlıyorum, yolu uzatıp yediler'e kadar yürüyelim, ordan da kremalı alırız diyoruz ama ne yazık ki o küçük fırının yerinde yeller esiyor. sadece kremalı, beze ve kuru pasta yapan minik fırını işleten karı-koca nerelerde acaba şimdi diye düşünüyoruz. neyse, kremalı bir tek orada yapılmıyor, bir sürü pastane var yolumuzun üzerinde. ellerimiz dolu dolu kapıdan giriyoruz, ev sıcacık, babam haberleri izliyor, annem ne çok şey almışsınız öyle diye paketleri elimizden alıyor. huzurlu bir akşam bizi bekliyor...

7 yorum:

serpil dedi ki...

Hoşgeldin Neolitik Hanım,
Okurken ben de seninle gezmiş gibi oldum şimdi, ne güzel anlatıyorsun sıcacık.
İstanbul'a dönüşün muhteşem olmuş :)

EKMEKÇİKIZ dedi ki...

Ohh! Ellerin dert görmesin! Kafasına da geçebilseydi keşke, bu yaratıklamalar bundan anlar, sadece. Hatta, hepbirlik olup pataklayabilseydik.
Canı dara gelince ettiği küfürün kıtlığına da bakar mısın, solucanın?
Ayy, çok sinir oldum ya!
Geçmiş olsun, Neocum.

Eskişehir'e gitmeyi sahiden çok istiyorum. Bu iş senin ellerinden öper artık. :))

dreamsact dedi ki...

bir de dondurmayla güzel giderdi diyebiliyorsun yani.. vallahi pes neo! seni blog alemine afişe etmenin zamanı geldi hatta geçiyor sanırım..

elektra dedi ki...

neolitik hanımcığım, ben yazının kurgusuna bayıldım, film izler gibiydi. şu şemsiye meselesini filmin açılış sahnesi yapalım, neo bütün öfkesiyle şemsiyeyi adamın kafasına geçirsin bu yeni kurguda, sonra hooop, elinişz kolunuz dolu eskişehir'deki eve girişinize akalım, sonra... dur biraz daha olgunlaşması lazım bu yeni kurgunun:)))

neo dedi ki...

serpil,

hoşbulduk efenim. dönüşüm hakkaten muhteşem oldu :) yazıyı begendigine de sevindim çok :)

...

ekmekci kız,

yapıcaz artık bir seyler eskisehir konusunda, havalar biraz düzelsin, trene doluşur gideriz, yer içer gezeriz :)

...

halid,

allah allah, dondurma vaadimiz halen geçerli, üzerine yatmış değilim yahu! bir türlü tarih ve lokasyon belirlemedin ki sözümüzü yerine getirelim. mevsimler geldi geçti üzerinden, dondurma salebe döndü. yalan mı?

...

elektra,

bana da yaşarken biraz film gibi geldi, şemsiyeyi adama sallarken, "ülen daha dün sıcacık anne evindeydin, doğduğun şehirde mis gibi dolaşıyordun, şu hale bak!" flashback de ordan şeyetti :)

yeni kurguda şemsiye geçirme sahnesini tuttum bak, dublör kullanmayalım, direkt ben kullanırım şemsiyeyi :)

lusin dedi ki...

Siz geldiniz ve Eskişehir, sıcak baba yuvası imgesiyle, öyle şirin, naif bir Anadolu şehri olarak zihnimizde yer etmişken, akşam haberlerinde, birinin şehrinizde donarak öldüğünü dinledik. Sanki babanızla birlikte dinledik. İmgeler birbirine karıştı. İçinden ırmak geçen ve içinden hiç durmadan trenle geçtiğimiz şehriniz, kayıtlarımıza böyle de düştü. Eskişehir, tren, kar,ırmak, köprü, ölü... soğuk bir kuzey ülkesinde geçen bir polisiye film oldular. Anneniz masayı topladı, kardeşinizin sebebsiz gözleri doldu, babanız esnedi.

neo dedi ki...

lusin,

çok üzüldüm bu habere, donarak ölüm haberleri beni çok etkiler. hele şehirde, elini uzatsa birilerine dokunabilecek, bağırsa sesini duyurabilecek mesafedeyken gerçekleşenler... çok fena çok..