"kara film" tadında bir kuaför hikayesi...


sadece o biliyordu. saçımdaki tatlı kahve tonlarında günışığıyla belli belirsiz kızıllar dansettiren oydu. o çok memnun olduğum yeni rengi, onun maharetli ellerine, keskin gözlerine borçluydum. bir simyacı gibi ketumdu. nedir şimdi bu saçımdaki tonun rengi nedir, sorusunu "hmm kahve işte, açığa yakın kahve" diye geçiştiriyor, birkaç tonu karıştırarak yarattığı karışımın formülünü bir büyücü gibi saklıyordu. olsundu, nasıl olsa o hep oradaydı, ne zaman gitsem onu o kuaförde bulacaktım. pek konuşmadan (bir kuaförde nadir rastlanan, kıymetli bir özellik) işini yapacak, boya işlemi için beklerken sıkılmayayım diye gazeteleri, açık-şekersiz çayımı hazır edecekti. sonunda kuaförden kuş gibi rahatlamış olarak çıkacaktım. hep öyle olacak sanıyordum ama yanılmışım...

herşey geçen cuma akşamı başladı. toplantıdan erken çıkıp bir koşu kuaföre geldim. önceden aramak aklıma gelmedi, zaten pek kalabalık olmuyordu (belki de şüphelenmem gerekirdi, işler iyi değilmiş işte) bir telaş kapıdan girdim, adını bir türlü aklımda tutamadığım genç kuaförü aradı gözlerim. içerde fön çektiren bir kadın vardı, elinde fırçayla kadının saçlarını yatıştırmaya çalışan genç kızı daha önce görmemiştim, yeni başladı herhalde diye düşündüm. baktım salonun sahibesi hafif tombul hanım, her zamanki yerinde değildi, bir şeylerin ters gittiğini işte o boş koltuğu görünce anladım. salonun arka tarafından orta yaşlı bir bey yaklaştı:

-buyrun hanımefendi?

-burda saçımı boyatıyordum ben, genç biri vardı, uzun saçlı, at kuyruklu. adını hatırlamıyorum. burda mı acaba?

-ha eski ekibi diyorsunuz, onlar ayrıldı, salonu biz devraldık.

-nasıl ayrıldı, ne zaman? ama ben ona boyatıyordum hep, o biliyor saçımdaki rengi. (sesteki panik giderek artıyor)

-biz yardımcı olalım. boyayalım?

-ama ama belli bir renk değil ki, o karıştırıyordu, o biliyordu tonları. nereye gitti peki eski ekip?

-valla onu bilemem. (bildiğine adım gibi eminim ama söyler mi hiç!) biz boyayalım, belli zaten saçınızın rengi. kahve tonları işte.

"yok olmaz, sağolun" diyerek kuaförden çıkıyorum, "hay allah, hay allah, o biliyordu, napicam ben şimdi" diye yarı sayıklar halde eve yürüyorum. adını bile bilmediğim bir kuaför tarafından terk edildim! insan adını aklında tutmaz mı, telefonunu almaz mı? ama nerden bilebilirdim, hem durduk yerde adamın telefonu da istenmez ki! boyası çoktan gelmiş, adını bile bilmediğim renkteki saçlarımla kalakalmıştım! amma büyüttün boyat gitsin işte diyenler olacaktır -ki genelde erkek olduklarını tahmin ediyorum- saç bir kadın için her zaman meseledir beyler, süslü ya da sade bir kadın olsun, saçından memnunsa gerisi teferruattır diycem abartılı olacak, o kadar da diyil tamam ama mühimdir işte saç bizim için.

eve geldim, koridordaki aynada perişan durumda görünen -ya da bana öyle gelen- saçlarıma bakmamaya çalışarak içeri gittim, huzursuz huzursuz yiyecek bir şeyler hazırlarken, hah dedim, apartman görevlisi bilir belki nereye gittiklerini, sonuçta kuaför salonu apartmanın bir parçası, bu gelenler yeni kiracı, eskilerin nereye gittiğini bilse bilse o bilir! ufukta beliren umut ışığıyla görevliyi arayıp sordum, ohh neyse ki biliyormuş, eski ekibin transfer olduğu yeri tarif ediyor. pek uzak sayılmaz.

birkaç gün sonra yine bir iş çıkışı yollara düşüyorum. vakit kazanmak için bindiğim taksinin camından pür dikkat sağdaki dükkanlara bakıyorum ki kuaförü kaçırmayayım. sonunda tarif edilen noktada iniyorum. hava serinlemiş, trençkotumun yakalarını kaldırıp kaldırımda yürüyorum. mobilyacının yanındaki dükkan diye kalmış aklımda ama yok hemen yanında değil, belki birkaç dükkan ileridedir diye umutla yürüyorum. yok. acaba geride mi kaldı, hava kararmış, sokaklarda karanlık yüzlü adamlar, müterreddit halimi seziyorlar ve bana bakıyorlar (ya da bana öyle geliyor). bi yeri mi aradınız bayan? diyen cüretkar, arsız ifadeli gencin yanından hızla geçiyorum, hah işte kuaförün tabelası! ışık var ama kapıyı film gibi bi şeyle kaplamışlar içerisi görünmüyor. açıyorum, içerde üç genç kız var, yine hiçbiri tanıdık değil, umutsuzca hikayemi onlara anlatıyorum. "aa" diyorlar "evet biz o ekipteniz, sizin apartmandaki yeri bırakıp buraya geçtik." "peki" diyorum uzun saçlı bir genç vardı, o nerede?" "ha o mu, o kuaförlüğü bıraktı, başka işler yapacakmış!" yine kalakalıyorum! çocuğa bak, benim saçı boyayıp jübilesini yapmış meğer! artık hiç umut yok, başka kuaförde deseler, oraya giderdim ama işi bırakmış.

kızlar yüzümdeki hayalkırıklığını görüp, "gelin gelin biz boyarız saçınızı, aynı renk mi olsun yoksa daha koyu mu, gelin hadi!" diyerek beni içeri alıyorlar. "tamam" diyorum, "yapacak bir şey yok, boyayın, ama iki ayrı tonu karıştırmak gerekiyor, tek bir renk değil" diyorum. "tabiy" diyerek önüme renk kataloğunu getiriyorlar. "bakın sizinkinde şu tonlar olabilir "kışkırtıcı kahve" ve "bitter çikolata?" acil müdahale gereken durumdaki bir hastanın başındaki doktorlar gibi fikir belirtiyorlar, "kızıl için de şunu katalım biraz, günışığında parlar hem." biri bi yandan üzerime boya damlamasın diye önlük geçiriyor, tamamen ellerindeyim, boya hızla hazırlanıyor, işlem başlıyor. çay söylüyorlar, açık değil, gazete de dünkü ama olsun... turuncu olmasın da gerisine razıyım diye geçiriyorum içimden, dakikalar geçiyor, durulanıyor saçım ve aynada o tanıdık tonu görüyorum. ya da ona yakın tonu. asla emin olamayacağım, bu biraz daha koyusu sanırım, içinde kızıl tonlar var mı emin değilim. yine de fena olmadı. o eski tanıdık rahatlama duygusuna yakın bi hisle kuaförden çıkıyorum. kızlar kartlarını veriyorlar, her zaman bekleriz, yine gelin. hiçbirinize güvenmiyorum artık diyorum içimden. ellerim trençkotmun ceplerinde, gece karanlığında ışıklı vitrinlerde saçlarımın rengini görmeye çalışarak eve dönüyorum.

not: tamam "şehirde kayıp kuaförü aramak" zayıf bir tema ama "film noir" tadında olsun diye "trençkot"u iki kez kullandım, bi de "karanlık yüzlü adamlar" var, dikkatinizi çekerim ehehe :)

10 yorum:

Adsız dedi ki...

dönüşte giderken bindiğin taksiye binmiş olsan, tam inerken parayı uzattığında daha önce hiçbir şey konuşmadığın şoför "saçınızın rengi fena olmamış. ama kızılı az daha koyup çikolatayı azaltsalar daha iyi olurdu" dese nasıl olurdu?

endiseliperi dedi ki...

aa çok hoş olurdu, simon!:)adam, gizli berberler tarikatının ajan üyesiymiş meğer.

ve trençkot sözcüğü dikkatlerimizden hiç kaçmadı, neo'cuğum:) benim maceram şöyle oluyor: bir kutu loreal 5 numara alıyorum. çok, çok hızlı bir şekilde boyayı saçımın her tarafına yayıyorum, öyle hızlı oluyor ki bu işlem, bazı noktalara hiç boya değmemiş bile olabiliyor. berberlerin o yavaş saç boyama ritüeli beni nefessiz bırakıyor. ondan böyle yapıyorum. bir de berbere gitmek benim çok tuhafsadığım bir sosyalleşme alanı. orada karşılaştığım kendimden pek de hoşlanmıyorum doğrusu. herneyse. duş almak için yarım saat beklemek gerekiyor ya, bütün saatler benim olmasına rağmen o yarım saat çok, çok kıymetli. bazen o yarım saate epilasyonu sıkıştırıyorum, bazen kitap dergisinde okumayı ertelediğim makaleyi açıp okuyorum. gözüm hep saatte. yarım saat dolunca, saçımı durularken, küvetin içi ve duvarlar boya yüzünden bir cinayet mahalline benziyor. siyah bornozumun kapişonunu, keşişler gibi başıma geçirip aynanın karşısına geçiyorum. aynanın buğusunu elimle silip, o hilal alanda, bir ayin sonrasında hissedilen o rahatlama ama birazcık da suçluluk duygusuyla kendime bakıyorum. çünkü keşişin tarikatine göre insan bedenine gösterilen ilgi çok dünyevi bir zaafiyet demek. keşiş, bedenin olsa olsa kan olukları ile ilgileniyor ya da örtünerek bedeni görünmez kılıyor. ilgisi bu kadar. amaaan... kapişonu hizla çekip, saçımı kurutmaya başlıyorum. çok, çok sıkılıyorum kuruturken. saçım kuruduğunda, boya ilk seferinde hep koyu görünüyor gözüme. saçlarım böyle açık, olunca havalı filan görünüyorum. bakışıyoruz aynada. sonra elimle körlemesine, tokamı ezberlediğim yerinden alıp topluyorum saçımı. akşam, eve gelen herkese saçımı boyadım, nasıl olmuş, diye soruyorum. herrrr ayy, her zaman loreal 5 numara ve hep aynı soru...

neo'nun saçı ne çabuk uzuyor, diye düşündüm geçenlerde:) ben saç dökülmesine karşı -KARŞI!:)- olan bir şampuan kullanmaya başladım. bakalım ne olacak.

öpüyorum çok.

Güneşli Günler dedi ki...

Neocum, yeni kitabın ne zaman çıkıyor, yoksa bu bir tereatman mıydı? :) Harika bir üslup, tam bir karafilm, trençkot olayı bitirmiş azizim. Keyifle okudum, okuyorum... Yeni saçını güle güle kullan bu arada.

EKMEKÇİKIZ dedi ki...

Neocum,
Seni benim berbere (kahretsin! bir türlü "kuaför" diyemem şuna, berber de berber!:) ) transer edelim.
Senin eski at kuyruklu gibidir, kendisinin de yardımcılarının da çenesi düşük değildir.
Boya bir iş, bir de saç kesmesi var bunun ki, o bence daha önemli. Eskiden hep kısaydı saçım, kesimdeki kusur sırıtır bence, o nedenle hiç üşenmez kalkar tee nerelere saç kestirmeye giderdim.

Güle güle kullan yeni saç rengini.
:))

metin dedi ki...

Yazınız güzeldi ama nota bittim! Ben o genç adamın şimdi nerede ne yaptığını biliyorum desem?

aslı hayvanı dedi ki...

süper yazı! :D

kendime de yakın buldum bi yandan. aynı bööle sihirbaz gibi bi kuaförüm vardı. fındık kabuğu türünde bir şeye benziyordu saç rengim. onu kaybettikten sonra rengi başka bir kuaföre 'bakın fındık kabuğu gibi ama kızıl da var içinde, bööle kahkül kenarlarım da hafif sarı sarı parlasın tamam mı?' şeklinde verdiğim tanım sonrasında pembe saçlara haiz olmuştum. ne trajedi :P

elektra dedi ki...

hahahahah, müstehak ne ise, onu sana versin işte. çok hoş. trençkot bana hep annemin küçük dayısını anımsatır. bıdı bıdı dayı deriz biz ona, çünkü o bizi bıdı bıdı diye severdi biz küçükken. eski bir laleli esnafı, tekstilci. hep trençkotlar dikti ve bayramda seyranda ailenin damatlarına trençkot hediye etti. yanlış anlaşılmasın, her bayram bir damada:) trençkot güzeldir, gizemlidir, havalıdır. severim ben trençkotu.
çok güzel yazmışsın neocum, valla:)))

neo dedi ki...

saint,

araya bayram girince yorumlara cevap veremedim. şahane bir fikirmiş, ben nasıl düşünemedim diye hayıflandım okuyunca.

...

peri,

ben de bir ara evde boyuyordum ama hem saçlarım uzundu zor oluyordu, hem de bir türlü süreyi ayarlayamıyordum. koleston 3 numara ile boyuyordum, fekat süreyi fazla mı tuttum nedir, saçlarım giderek pamuk prenses'in kömür karası saçlarına döndü, ha ten beyaz mı, hayır! yüzüme sert bir ifade verdiğini fark ediyordum aynaya bakınca, sonunda yakında kuaför açılınca radikal bir değişiklikle hem o koyu renkten kurtuldum, hem de kısalttırdım, çok da iyi oldu. hikayenin geri kalanını biliyorsun :)

senin saç boyama maceran da iyiymiş. boyalı halde beklerken ben de acayip işler yapardım, çok kıymetli o zaman dilimi!

"berbere gitmek benim çok tuhafsadığım bir sosyalleşme alanı. orada karşılaştığım kendimden pek de hoşlanmıyorum doğrusu." demişsin ya, al benden de o kadar! öteden beri sevmem kuaförleri, çok severek gidenlere de hayranlıkla karışık bir hayretle bakarım. o işbilir halleriyle, kuaförü yönlendirirler hani, "canım boyadan şuraya da sür, modeli de şöyle şöyle olsun" vs. ha bir de çıkarken manikürcü kızın cebine falan ustalıkla bahşiş sıkıştırırlar. katiyen yapamayacağım işler.

saçlarım öteden beri çabuk uzar. bi ara boyadan yıprandı endişesine kapılıp vitamin aldım, faydasını da gördüm. biotin diye bi sey, saç ve tırnaklar içinmiş. bir dene istersen.

ben de seni öpüyorum çok.


...

güneşli günler,

ah ahh! benim bir kitabım olacak mı acaba diye ben de merak ediyorum :) bu üşengeçlikle zor biraz.

ben de keyifle yazıyorum, daha doğrusu keyifle yazdıklarım hemen fark ediliyor.

...

ekmekçi kız,

doğru diyosun saç kesimi çok önemli. kızlar güzel boyadı ama kesimden o kadar memnun kalmadım. fönlü haliyle anlayamadım ama sağ tarafta enteresan bir kesim var. senin berber ne avrupa yakasında mı?

...

metin bey,

aa ne diyorsunuz kuzum? ne iş yapıyor, nerde nerde? :)

...

aslı hayvanı,

yaa işte, öyle karmaşık tonların peşinde koşunca insanın başına ne renkler geliyor :)

...

elektra,

ailenin damatlarına trençkot hediye eden dayıya bayıldım :)

beğendiğine çok sevindim, arada çıkıyor işte ;)

metin dedi ki...

Yazacağınız kitabın içinde dolanıp duruyor zavallı garibim!

neo dedi ki...

ah metin bey, ne güzel demişsiniz! lakin bu tembellik ve üşengeçlikle bir kitabım olacağını sanmam. yine de...