kürkü güve yemişti*


- anna karenina, madam bovary, aşk-ı memnu'nun alman versiyonunu buldum. effi briest. alman yazar theodor fontane 1800'lerin sonunda yazmış. kendinden yaşlı bir adamla evlenip, aradığını bulamayınca ihanet eden genç bir kadının hikayesini anlatıyor. daha başlarındayım, kız (effi) şımarık tavırlarıyla tam dayaklık bir portre çiziyor şimdilik, karenina'dan çok bovary'e yakın sanki. bitireyim de yazayım, nicedir bir kitap yazısı çıkaramadım, hep tembellikten.

- bi daha paul auster okumiycam, zaten ne zamandır okumuyordum, bi arkadaşım verdi, sürükleyici bak diye. "görünmeyen"i gittikçe uzayan sıkıcı eskişehir-istanbul dönüş yolculuğunda trende bitirdim. sıkıcı mı, değil ama "ne oldu şimdi" duygusuyla biten saçma bir hikaye. böyle fast food yersiniz bi heves, sonra da niye yedim şimdi bunu ya dersiniz, aynen o hisle kalakaldım.

- bir süredir "neli dondurma istersin" sorusuna "sade" der oldum. ne çikolatalı, ne meyveli, illa ki sade, vanilyalı... çocukken annemler hep sade yerdi de hayrete düşerdim, onca çeşit varken sade yenir mi, şu büyükler de ağzının tadını hiç bilmiyor diye... yaşlandım kesin. 

- artık yağmurla ilgili şöyle bi durum hasıl oldu ya, o gün yağıp yağmayacağını diyil, gün içinde ne zaman yağacağını konuşuyoruz ingilizler gibin. şemsiyeler hep yanımızda, ben yağmur babetlerimi ofiste tutuyorum (bir kere yağmur yeyip yamulduktan sonra yağmurlu günlere vakfettiğim ayakkabılarım) vs. yıllar önce yine yağmurlu bir haziran geçirmiştik, sık sık o aklıma geliyor bu günlerde. istanbul'da ilk ya da ikinci yazım olmalı. yakın bir arkadaşım staj için istanbul'a gelmişti, bende kalıyordu, emirgan'da sokağa bakan giriş katında küçük bir dairede oturuyordum. pencerenin önünü renk renk sardunyalar, küpe çiçekleriyle doldurmuştum. nilüfer'in "unut gitsin", "çok uzaklarda" şarkılarının olduğu albümü yeni çıkmıştı. o haziran da her gün yağmur yağıyordu, sokağa bakan çiçekli pencereyi açıp, pek konuşmadan sokağı, çiçeklerin üzerine yağan yağmuru seyrediyorduk. çıkıp dolaşma planlarımız suya düşüyordu ama çok da takılmıyorduk. o haziran, yağmurlarıyla, çiçeklerle hafızama kazındı işte.

- geçen bir arkadaşım, tedirgin tedirgin "farkında mısınız bu yaz ne kadar çok kelebek var" deyince, yaa niye öyle ürkütücü bi şekilde söyledin dedim, bilim adamları arada çıkıp "biliyo musunuz arılar ortadan kayboluyor" falan diyorlar ya o aklıma geldi. sonra aslı hayvanının bahsettiği güve istilasını hatırladım (bkz ilgili yazı), haa dedim, bunlar o güveler. gerçekten de çok fazlalar, şu anda badem kedisi o koca göbeğiyle içerde pır pır eden birini tuhaf sesler çıkararak kovalıyor, ha yakalayabiliyor mu hayır! ofistede de vardı bugün, biri buzdolabına gireyazdı! sonra ntvmsnbc'de haberini gördüm, meğer bu güve arkadaşlar kendilerine hanım arkadaşlar arıyormuş :) birkaç gün sonra bitecekmiş, insanlara zararı yokmuş (olacağını düşünmemiştim zati, kelebek ayol, nabicak ki?) haberi okumak isterseniz buyrun efenim: 


- bu arada yakından bakınca sevimli geldiler bana, o tüylü antenler felan, kızılderili gibi :)

- yazının başlığını da çok eski (nerdeyse 50 yıllık) bir polisiye romandan arakladım. hani şu kedili logusu olan akba yayınları var ya, ordan basılmış. dur onu da okuyayım bu yaz....

3 yorum:

aslı hayvanı dedi ki...

güveler bugün tamamen delirmiş haldeler. evden bir çıktım, neredeyse burnuma giriyordu bir tanesi. hiç hoş değil :)

neo dedi ki...

yaa neden öyle diyosun? bak aşk peşinde koşuyorlarmış, dişileri uçamıyormuş, erkekleri de böyle kendilerini ordan oraya atıyorlar işte, yazıık :) hem birkaç gün sürecekmiş..

ben galiba badem yüzünden gıcık olmuyorum bi de güvelere sanırım, o kadar komik oluyor ki onları yakalıycam diye, "vıyk vıyk" türü sesler çıkarıp bıyıklarını titretiyor sürekli :)

aslı hayvanı dedi ki...

kedi psikopat olmuştur garibim, hangi birini yakalayacam bunların diye :)

merak ediyordum bu istilanın sebebini ama bakmamıştım google'a. tahmin etmiştim ama. üremekten başka ne derdi olabilir ki bunların başka? :)