bahçesinde kasımpatı yetiştiriyor



hani kitapların yazarlarla ilgili bilgi kısmında yazar ya, “şurda doğdu, şurda okudu, şuralara gitti, şunları yazdı, şu ödülleri aldı vs” bazen bu rutin biyografik bilgiler “ailesi, üç kedisi ve iki köpeğiyle oxfordshire’da yaşıyor” gibi havalı bir cümleyle biter. Geçen kitaplığı karıştırırken Perihan mağden’in Refakatçi romanına rastladım, ordaki biyografik bilgiler kısmı “bahçesinde kasımpatı yetiştiriyor” diye bitiyordu. Kitabım olsaydı, böyle bir cümle yazsın isterdim, “bahçesinde kasımpatı yetiştiriyor”…

- haftasonu “Io sono l'amore (I Am Love)” filmini izledim, Türkçeye “benim adım aşk” diye çevirmişler, güzeldi çok. O enteresan fiziğiyle güzel mi, çirkin mi olduğuna bir türlü karar veremediğim Tilda swinton oynuyordu. Karlar altında Milano görüntüleriyle başlayan film zengin bir ailenin beklenmedik bir aşk hikayesiyle nasıl altüst olduğunu anlatıyor. Baş karakter Rus ama evlenip italya’ya yerleşince bir daha memleketine dönmemiş, kocası ona yeni bir isim vermiş, kadın da onu benimsemiş, çok zarif, aileyi çekip çeviren, çocuklarına çok düşkün biri… doğduğu yeri özleyince mutfağa girip Rus yemeği pişiriyor, zaten filmde yemek çok kilit bir noktada, şimdi konusunu detaylı anlatmayayım izlersiniz belki. Çok hoş detaylar var filmde, kadının akşamları kanaviçe işlemesi, San Remo’nun kırları, yağmur altında Milano… 

- büyük kış projem kare motif battaniye hızla ilerliyor, epey bi ördüm, annem “yine battaniye örsene bize” demişti bir vakitler, bunu ona vericem, baymazsam kendime de örerim kış bitmeden diyorum, bakalım. zor şartlarda çalışıyorum aslında badem sağolsun, ne zaman ip ve tığı elime alsam gelip kucağıma yerleşmeye çalışıyor, sonra da o cüssesiyle kah elime kah yerde yuvarlanan ipe hamle yapıyor düdük! Aslında şikayet etmemem lazım, kış gecesi, kucakta kedi, elde örgü, sehpada çay, daha ne olsun?

- Büyük hevesle başladığım tepelitaklak kitabını pek sevmeden bitirdim. Ahmet sipahioğlu’nun yıllar önce çıkardığı 1929 kitabına bayılmıştım, bunun da konusu, adı, kapağı çok umut vaat ediyordu ama kekremsi bir tat kaldı kitaptan. Kuşlarla ilgili bölümler, bir de başlarda deniz kıyısında yaşayanlar hakkında anlattıkları dışındakiler sarmadı hiç, akademi dünyası, İzmir…

- Hafta sonu mutfak ful kapasite çalıştı. soğanlı, muskatlı balkabağı çorbası, mandalina sulu, hardal soslu buğday salatası, bol sarımsaklı dereotlu buharda pişmiş karnabahar, karamelize kabak tatlısı… pişirirken yemek yapma tarzımın biraz oya hanım’ınkine benzediğini düşündüm, tabii onun yaratıcılığına yaklaşmak zor ama benimkinde de biraz emprovize gelişiyor olaylar, limon yerine mandalina mı sıksam, biraz da hardal derken klasik limonlu sosun yerine farklı bi şey çıkıyor. Miktarlar da hep göz kararı, birine tarif etmeye kalksam kaç bardak su, kaç kaşık şeker söyleyemem. Şu yukarda bahsettiğim filmin bir sahnesinde kız laduree’den limonlu makaron yiyordu, canım istedi, bi ara ben de makaron yapmaya niyetlenmiştim sahi, kenarlı eteklenmedi diye dertlenmiştim, yine denesem mi acaba? bu sefer olur belki de neşelenirim biraz… 

fotoğraf filmin web sitesinden: http://www.iamlovemovie.com 

9 yorum:

elektra dedi ki...

bu sıra dizilere öyle sardım ki, filmlerle arama bir soğukluk girdi. ama biriktiriyorum, sen, ekmekçi, müzi anlatıyor yazıyor ben hop arşive ekliyorum. film izleme moduna girdiğimde overdosedan gideceğim sanırım. sizi sevdiğimi bilin ama gidersem de :P

neo dedi ki...

hmm, dizi olayı başka bi şey tabiy. ben de bi ara house, dexter, glee, mentalist, true blood manyağı olmuş idim, bazıları bitti, bazıları tatsızlaştı bıraktım. şimdi behzat ç var, bir de isveçli dedektif wallander'i izliyorum. o sakin, sade, soğuk Ystad şehrindeki hayatın, karakterlerin hastasıyım. işe bisikletle giden polisler, kapıları kilitlenmeyen evler, oralarda yaşayabilirdim sanırım.

sen ne izliyodun dizi?

EKMEKÇİKIZ dedi ki...

Neocum yaw!
Ben o Tilda Swinton filmini sevmedim. Hatta ileri derecede sıkıldım!
Hani, filmi eski İtalyan filmlerindeki -mesela Visconti'nin Leopar'ındaki- gibi bir burjuva eleştirisinin yeniden yorumu filan diye lanse ediyorlar ya, bence bu hiç olmamış.
Haklısın Milano görüntüleri güzeldi, haklısın Campania'daki kır görüntüleri güzeldi, ama, o kadar işte!
Aşka gelince özellikle o sevişme sahnesi bana ah-ha bu da "pastoral aşk" olmuş, dedirtti.
Neyse, sen beğendiysen, içini titrettiyse bir yanı, bu da iyi bir şey. Bir gün cesaretimi toplar tekrar seyredersem, belki severim bakarsın?
:))

elektra dedi ki...

benim malum house, grey's anatomy takibim çoook eskilere dayanır. bu ara sardırdığım ve 6. sezonunu dün itibarıyle bitirdiğim dizi desperate housewives, kısa zamanda amerika ile senkronize takip eder hale geldiğim glee- ki kurt'ün hastasıyım, rachel'a hiç tahammülüm yok. şimdi de golden globe'dan beri hakkında okudum ettim pek bir meraklandım "Sons of Anarchy" depoluyorum ona başlayacağım sanırım.

neo dedi ki...

çavdarcığım :)

yapma yaw, sıkıldın demek? filmi nasıl lanse ettiklerine takılmadıydım ben, sırf görüntüler güzeldi diye de değil yani, o kadının halleri dokundu bi kere, çocuklarına sevgisi, sevgilisiyle yemek üzerinden başlayan ilişkileri, kırdaki sahnelerden önce adamın ayakkabılarını çıkarışı, o talihsiz kazadan sonra kocasının ayakkabılarını giydirişi gibi detaylar etkileyici diyildi diyosun? neolitik begendi valla :)

...

elektracan :)

glee'yi bıraktıydım, yine başlayayım diyorum. sons of anarchy'i de merak ettim bak, izlersen bana da haber ver güzel miymiş.

aslı hayvanı dedi ki...

filme ben de bayıldım. biraz da içinde bulunduğun ruh haliyle alakalı tabii, her filmi seyrederken olduğu gibi.

ama ben şahsen uzun süredir bu kadar zarafetle anlatılan bir hikaye seyretmemiştim. kullanılan semboller de harikaydı.

neo dedi ki...

aslı h,

doğru diyosun ruh haliyle çok ilgisi var. ve zarafet kesinlikle bu filmi tanımlıyor.

bu tilda swinton burn after reading'de de vardı ya, orda nasıl da gıcık bir tipi canlandırıyordu, o film de ne acayiptir, bi daha izlenir neşelenmek için :)

EKMEKÇİKIZ dedi ki...

Arkadaşlar,
İnanın kendimden şüpheye düşeyazdım! :))
Hani, bir kez daha izlemeye cesaretim olsa, bakacağım tekrar, nedir diye ya, o bile yok!
Üstelik, Tilda'yı sevdiğim için bu filme ayrıca heves içinde gitmiştim, hani nerdeyse filmi sevmeye hazır bir ruh haliyle...

Muhalif olan sade ben olsam, yine ses etmeyecektim de, filmde yanımda oturan genç kadın da baygınlık geçirdi, Radikalde okuduğum bir yazıda, bir Sinema TV yazarı da sıkıcı bulmuştu filmi.
Ben sıkıcılığa varan durgunluğundan ziyade, özenti denebilecek taklitciliğinden rahatsız oldum.

Neyse canım!
Demek ki, yine de bu filmde bir şeyler var; kimimize dokunup, kimimizi irrite ettiğine göre...
:)

neo dedi ki...

"şahitlerim var, sıkıcıydı" diyosun yani? :) taklitçi derken de visconti'ye özenmesi meselesi sanırım, dediğim gibi ben hakkında pek bi şey okumadan izledim, beğendim, etkilendim. bungun zamanlarıma denk geldiğinden de olabilere tabiy :)neyse uzatmayayım, dediğin gibi var bi şeyler bu filmde.