Nasıl Boyacıköylü oldum?


Murathan Mungan'ın "Boyacıköy'de Kanlı Bir Aşk Cinayeti" hikayesini üniversite yıllarında, İstanbul'a gelip yerlesme planları henuz hic ortada yokken okumus ve cok etkilenmiştim. Kırk Oda kitabında sevdiğim başka hikayeler de vardi ama en çok bu, yer etmişti zihnimde. Tabii okudugu her şeyden etkilenmeye teşne, gördüğü her şeyi heyecanla karşılamaya hazır taze genclik zamanları. Bir film izleyip saatlerce üzerine konuşmak, bir şiir okuyup dünyanın güzel bir yer olduğuna karar vermek gibi tipik genç davranışları sergileniyor. [Murathan Mungan beni artık öyle etkilemiyor. Son dönem yazdıklarını sevmedim hatta. Aslında gençlik zamanlarında zevkle okuyup şimdi hatırlamaktan utandığım yazarlarım var benim. Mungan onlardan biri değil ama, bir ara da bunları yazmalı. bir de bir zamanlar severek dinledigimi simdi itiraf edemeyecegim sarkıcılar var ki o da zevkli konudur.]

neyse uzatmayayim, ben bu öyküde anlatılan Boyacıköy'e bayılmıştım. "Boyacıköy Durağı, bir hüznün mekânıdır. Dört mevsim sonbaharı yaşar, inerken solda bir telefon kulübesi durur. Boyası dökülmüştür, köhne bir görünüşü vardır. Telefon kulübelerinin tarihini bilmemiş olsanız, onun için rahatlıkla “asırlık” diyebilirsiniz. ...Bırakılmış çiftlikler, terk edilmiş ahşaplar gibidir. Bırakılmış hayatlar gibi. Sanki oradan hiçbir yerle konuşamazsınız, orası yalnızca bir konuşma umududur..." diye giden, köşedeki eski eczaneden de bahseden, umutsuz bir ask hikayesi... O kadar takık vaziyetteydim ki öyküye, son sınıfta yayıncılık dersinin tasarım odevi icin bu oykuye ozel bir dergi yapmıstım.

Üniversiteyi bitirip staj yapmak uzere İstanbul'a geldigimde bir sure Resitpasa'da bir arkadasımın evinde kaldım. Bir gun sahilden eve donerken arkadasim "Bir durak sonra inelim, guzel bir sokak var, orayı da görmüş olursun" deyince, her zamanki duraktan bir sonrakinde indik ve ben kendimi boyacıköy durağı'nda buldum! iste durak, eczane, yokus hepsi ordaydı. bir telefon kulubesi eksikti, biraz bozuldum buna ama o kadar olsundu... bir heyecan, bir heves yurudum o sokaktan ve sonraki gunlerde de firsat buldukca eve oradan döndüm mutlu mutlu...
sonra o arkadasla aramız bozuldu, onun evinden ayrılıp kendime yine oralarda küçük bir ev tuttum. boyacıköy'e daha yakın bir ev. bir sure sonra oradan da tasindim, bu sefer boyacıköy'ün hemen üstünde bir yere. (bundan sonraki hedefim boyacıköy eczanesi'ne tasınmak :) epeydir de orada oturuyorum.

Böyle işte, "tesadüfün uzun kolları", İstanbul planları yapmaya başlamadan bir yıl once aklıma düşmüş bir yere getirdi beni. Boyacıköy'de Kanlı Bir Aşk Cinayeti'nden eskisi gibi etkilenmiyorum ama Boyacıköylü oluşumun bu minik, kisisel hikayesi hosuma gidiyor.
Not: Fotograf da Boyacıkoy'e inen yan sokakların birindeki merdivenlerden bir detay. Aslında eczaneyi falan gosteren bir fotograf koymaliydim ama bulamadim. firsat bulursam cekeyim.

9 yorum:

endiseliperi dedi ki...

sevgili neolitik hanım, öyle benzer ki murathan mungan hakkındaki düşüncemiz (ben sahtiyan'ı da eklemeliyim ilk MM okuma tarihim için). boyacıköyde kanlı bir aşk hikayesi ise benim hikayemdir! bayılmıştım ve böylesi bir aşk da çok mümkün olurdu benim için.

gördünüz mü, beni heyecanlandırdınız. şunu da düşünmedim değil, belki beni tanıyorsunuz, hani tüm hikayeleri muratham mungan'ı boyacıköy'ü filan da bana şaka olsun diye bile yazmış olabilirsiniz, diye.

sonra bu paranoyadan vazgeçtim. aynı şeyleri hala metin bey için hissederim. beni işlettiğini düşünürüm bazen beni çok tanıyormuş gibi konuşunca ki hiç ama hiç öyle biri değil gerçekten de.

ne diyordum? demek boyacıköy? hımm... orada güzel bir eve gitmiştim. ankara yaşıyorduk ve reha'nın bir röportaj yapması mı gerekiyordu yoksa merkezde toplantı mı vardı neydi, istanbul'a gelmiştik. sabaha karşı boyacıköy'de bir eve geldik. çok güzeldi ev. kocaman balkonu ve balkona yakın ağaç dalları vardı. bir de kedi vardı evde. gecenin bir yarısı, biz ve bir kaç şair, bir kaç gazeteci daha, kalabalık ve sarhoş ve gürültücü... tanrım sanki bekleniyor gibiydik yine de...

çoooook sonra, bu kez cihangir'deki evde,kapanda üç kaplan kitabını verdi boyacıköy'de oturan o erkek okumam için ve verirken de öptü. bu kitap çok ama çok heyecanlı ve elbette yasak bir öpücük tadı olmadan okunamaz gibi gelir. sanıyorsunuz ki sık okurum bu kitabı:) hayır, sadece bir kez okudum.

boyacıköy ve dahası bu kadar sevgili neolitik hanım.

aşağıda boyacıköy eczacısı hakkında bilgi var. siz okumuşsunuzdur belki.

sevgilerimle.
http://www.hedefim.com/v3/hs/20/11.asp

neo dedi ki...

sevgili endiseli peri,
bu yoruma baslarken, "bunlar ne ki? hakkinizda bildigim daha neler var, okumaya devam edin, cok sasiracaksiniz." diyip paranoyanizi beslesem nasıl olur diye aklimdan gecmedi degil :)(akrebim ben, boyle seytanliklar, oyunlar yoklar sık sık, fakat korkmayin pek azi hayata gecer) ama tabii kiyamadim size. boyle ortak zevkler, edebiyattan ve hayattan kesismeler daha olacak sizinle aramizda, hissediyorum.

boyacıköy anlattiginiz gibi evlerle dolu, benim evin arka balkonu da kedilerin yayilip uyudugu, gunesli gunlerde kertenkelelerin kovalamaca oynadigi bir catiya ve sasılacak kadar hareketli bir kaplumbaganin (oxymoron oldu bu "hareketli kaplumbaga" lafi :) gun boyunca icinde dolasip durdugu bahceye bakiyor.

kapanda üç kaplan'ı okumadım ve cok merak ettim simdi ;)

sevgilerimle

elektra dedi ki...

aaaa! diyerek okudum yazınızı. sonra perinin yorumunu okuduğumda ' yok artık ' dedim ek olarak. ' boyacıköy'de kanlı bir aşk cinayeti ' hikayesi, benim de murathan mungan'la tanıştığım kitabının en sevdiğim hikayelerinden biridir. ve evet, ben de boyacıköy'de kiralık ev için çok arşınladım o güzel mekanın sokaklarını. hoş ben keseme uymayanları beğendim, keseme uyanları ise yazmak bile istemem:)
hatta, en olabilirinin tavanı nemden göçmek üzereydi, o kadar diyim size. bu durumu bile, sırf boyacıköy'de oturabilelim diye kabul edilebilir gelmişti bize. sonra aşağıya inip o zamanların güzelim, şimdi ise pek hazzetmediğim ali baba'nın kahvesinde kendimize gelip oturulmaz, duvarı da insanı da nem yıkar demiştik.
ama şimdi yazını okuduğumda, yine gidip ev arasam mı acaba hissi ve de ısrarı oluştu bende. eczaneye gücüm yeter mi bilmem?:)
sevgiler...

neo dedi ki...

sevgili elektra,

boyacikoy hikayesini sevenler kulubu olusuyor yavas yavas :) buralarda butcenize uygun ev bulmak bir mesele, benim oturdugum da nadiren rastlanan mutevazı apartmanlardan birinde, tamamen sans eseri bulunmus bir yer. dedigim gibi bir sonraki hedefim boyacikoy eczanesi :) kimbilir sans yine yardim eder belki?

Sevgiler

EKMEKÇİKIZ dedi ki...

Peki, ben de itiraf edeyim; Murathan Mungan'ı okumayı hiç başaramadım!
Belki de ilk gençlikte okumadığım için, sonraki okuma teşebbüslerim hep hüsran oldu.
Acaba, "Boyacıköy" adıyla mı bu kadar cazip gelmekte? Benzeri bir kaç boğaz kıyısı semti var, o cazibeye ortak olabilecek...

metin dedi ki...

Yayıncılık? Tasarım? Meslekten hısım sayılırız demek ki Neolitik Hanım!

Yaw gene ne güzel yazmışsınız! Yanılmamışım ben, iyi.

Tanıştığımıza bir kere daha memnun olduğumu şuracıkta belirtmezsem çatlarım.

neo dedi ki...

metin (boyle bey felan demeden direkt seslendim ama?),

ya boyle siz'li biz'li yazmanin da ayri bir tadi yok degil ama acaba sen'e gecis yapsak mı ki? gerci benim ismim de zorluyor biraz, "neolitik hanim" olunca direkt "siz" tonundan devam edesi geliyor insanın. "neolitik hanım, sen.." desen, biraz "hanııım, hanııım, diye asabi bir tona da donusebilir :) neyse bilemedim, ben "sen"e gecelim derim. ben de tanıstıgımız icin pek memnunum.

dreamsact dedi ki...

şimdi, blogırlığının henüz ilk günlerinde önemli bir eşikte, kritik bir dönemeçte duruyorsun sevgili neolitik.. hatta şöyle diyeyim; hanııımm hanıııımm! aklını başına al. feminen göstergelerle süslü ve hemcinslerinin belleklerine kanca atan böyle yazılar yazarsan akşam çayında maskülenleri bulamazsın.. :))
şaka bir yana, hani o ilk yorumlarda dediğim gaza getirme haline alışmam gerekiyor sanırım.. her yazı mı öyle olur yahu? yazmaktan imtina ettiğim şu "hiçbir şey değişmesin isterim" yazısı var hele.. nasıl dürtüyor anlatamam.. içsel bir kavgaya sürükledi o yazı beni..

benim mungan'la tanışıklığım ne senin ne de peri'ninkine benziyor. birkaç şiiri ve paranın cinleri dışında uzaktan baktım. ne yalan söyleyeyim çok da ilgimi çekmedi.. onun yazılarında bulabileceğim tatların ontolojik kökenlerine zaten aşina olduğumu düşündüm hep. bu yazıyı okuyunca aklıma ziya osman saba'nın "mesut insanlar fotoğrafhanesi"nin gelmesi de bu zannımın bir sonucu olsa gerek.. lakin yazının nesnesi olan öyküden ziyade, bu öykünün sendeki açılımı çok tanıdık geldi bana da.. bu noktada peri'nin sana karşı hislerinin aynısını yaşadım ben de. sanırım önümüzdeki günlerde gelecek yazılar da benim paranoyamı artıracak.. :)

yazdıklarımı okuyunca çokbilmiş bir edayla yazılmış hissi verdiğini görüyorum ve her seferinde uyuz oluyorum. kova burcuyum, mazur görün :)

karşına çıkmış olan ilk kritik dönemeçten bahsettim ama bir tane daha var ki bu hakikaten zorlu bir dönemeç.. benim metin abi'den ilk ricam bana "sen" diye hitap etmesiydi; o zamanlar ben de senin gibi yolun başında bir blogçuydum.. yaklaşık bir yıl oldu, halen siz diye hitap ettiği oluyor.. :))

neo dedi ki...

dreamsact, beni takip etmeye devam ediniz, maskulen dostlar icin de bir guzellik dusunuyorum :) daha cok maskulenlerin sevdigi (mungan'ın onlardan biri olmadigi asikar) isimler de olacak bu sayfada (ekibim boyle bir liste hazirliyor ;)

saka bir yana, cok isterim bu yazinin yol actigini soyledigin icsel kavga yaziya dokulsun, madem dürtüyor, imtina mimtina edilmesin, daha uzun yazilsin.

demek kovayiz? kovalarin cokbilmisligini (sen oylesin diye demiyorum ama oluyor sizde biraz cokbilmislik, kabul etmek lazım) mazur gormek konusunda antremanliyim, endiselenme :))

hakikaten blogerligin cok kritik noktaları varmıs, metin bey'e "ben'li mi konussak?" dedigim icin mahcubum simdi. acemilik iste.