beyaz delik


İçimin de dışımın da olmadığı, ya da içimi de dışımı da
bilmediğim bir dünya zamanıydı; sanırım 8-9 yaşlarındaydım.
Acıyı, kederi, neşeyi henüz ayrıştırmamıştım.
Hayattı; yekpareydi. Her şey, bir şeydi.

Sokağın sonuna doğru uzayıp giden bir tepenin ağzına
oturmuştu. Yüzünde yaz esmerliği, ağzını rüzgara karşı
açmış; mırıldanıyor muydu yoksa rüzgarı mı yalamaya
çalışıyordu? Anlamamıştım.
Beyaz bir yaz günüydü. İlk o gün görmüştüm onu.

Mevsimler birinden öbürüne devrilirken, elimizi arı sokarken,
bisikletten düşüp dizlerimizi kanatırken canımıza bir şey
olurdu; hissederdim. ama acıya dahil değildi yine de bunlar.
Hayattı, yekpareydi işte.
Zaman, hayatı parçalara ayırıp “parça parça” görmeye
başladığımızda, acı, o yekpareliği yitirdiğimizde oluşacaktı.
Şimdilik, dünya geniş ve ılıktı. biz kendi ılık dünyamızın
içinde salınan, uçuşan perilerdik.

Gün ortasında yazlık sinemanın arka duvarından atlar, orada
kurardım hışırtılı sessizliğimi. Sayamayacağım kadar çok sayıda,
yeşilli mavili tahta sandalyelerin arasında, geceden
kalmış ve öğlen güneşiyle gevremiş milyonlarca çekirdek
kabuğunun ortasına yayılır, ılık güneşin ensemi yalamasına
gözlerimi yumardım. Nereden geldiğimin, niye geldiğimin
sorusunun olmadığı zamanlardı.
Biz periler o zamanlar en çok ılık, beyaz yaz günlerini
severdik.
Kış mart demekti; ve mart hakkında hiç de iç açıcı olmayan
bilgilerim vardı. Mecaz bilmezdim. annem, mart dokuz
donludur derdi
Yazın ilk günleri benim “öylesine oluş”um gibiydi. Ilık ve
uçucu, yekpare ve sonsuz ve doya doya beyaz gün.

Periliğimin yeşil vadisindeydim, uçuşmaktaydım ama sanki
vadi bitmekteydi. Gözüm kendi içime ve dışıma bakmaya
ayrılmaktaydı.
Sanki dünyaya “yayılma hali” çatlamaya başlayacaktı.

Bacak boyumun yetmediği bir bisikletle bisiklete binmeyi
öğreniyordum. Bir öğretenim yoktu, karar vermiş
kalkışmıştım, o kadar..
Boyumdan büyük heyulayı sürükleyerek dışarı çıkartır, bahçe
duvarına yaslar, ayağımın altına yerleştirdiğim yüksekçe bir
taş yardımıyla atlardım bisikletin tepesine. Pedallara
bastığımda, duyduğum tek kuralı uygular, önüme değil ileriye
bakardım. Sokağın sonundaki bayıra dek giderdim böylece.
Ama sokağın sonunda, her seferinde düşerek inerdim
durdurmayı bilemediğim o kocaman tekerlerin üstünden.
Kaş, kafa, diz filan yarardım. Kaşım, kafam, dizim filan acırdı
ve bunların hiçbiri acı değildi.

O günlerden biriydi. Öğlenin ıssızlığı vardı sokakta. Ve ben
birazdan düşeceğim noktaya doğru hızla pedal çeviriyordum.
Onu tepenin ağzında oturmuş gördüm. Eve, evlere, bahçelere
ve hatta ağaçlara olan küsmüşlüğüyle, öylece oturmuş,
anneannesi hariç herşeyden istifa etmeyi düşünen yüzüyle
karşılaştım. O, rüzgarı yalamaya çalışıyordu.
Benimse durdurmayı da döndürmeyi de bilemediğim
bisikletten düşerek inme vaktim gelmişti.
Toparlanmaya, bacaklarım ve avuç içlerimdeki tozlu acıyı
silkelemeye çalışırken beni seyrettiğini ve bana güldüğünü
gördüm. O dakikaya dek kendi evrenimin perisi olan ben,
varlığımı, varlığımın dışını, ötekini gördüm. bir de mahcup
oluşu; insanın rengi değişiyor, ısısı artıyordu.

Bu ânı böylesine net hatıra etmiş olan zihnim, sonrasını
hatırlamıyor. Nasıl oldu da tanışmıştık, ben mi onun yanına
gitmiştim yoksa o mu benim yanıma gelmişti, bilmiyorum.
Bildiğim, bir yabancıya, ötekine yakınlık duymuştum. Esmer
tenli, beyaz gülüşlü bir “öteki” peri.
En az benim kadar sessizdi. Benden de sessizdi. Kendi
sessizliğimi bir kenara koyup, onun bana dokunan sessizliğini
kırmaya çalışırdım.
Bir şey hoşuna gittiğinde gülümserdi.
Gülümsediğinde dünyada bir beyaz delik açılırdı.
Ben o yaz o beyaz delikten içeri atladım.

Kış (tekrar) gelmişti. İçerilere, yaza benzeyen sıcak odalara,
camlarından damlalar süzülen pencere arkalarına geri
çağrılmıştık.
Kıştı; büyük sessizliğiydi dünyanın.
Neden, sebep, özlem, isyan tanımazdık. Böylece alınganlık ve
kırgınlık da. Ne ben onu aradım ne de o beni. Kış gelmişti
işte, ve biz içeriye çağrılmıştık, o kadar.
Yaz beni kendi vadimden çıkarmış, onun beyaz gülüşüyle
tanıştırmış, onunla doyurmuştu.
Ne kıştan yakınacak ne yazı özleyecek sebebim vardı.
Yazlık sinemanın tahta sandalyeleri büyük alanın bir
köşesinde üst üste istif edilmiş, üstleri geniş bir naylonla
örtülmüştü.
Hayattı; hala yekpâreydi.
Kış gelmişti işte, ve biz içeriye çağrılmıştık.

Birhan Keskin / Yeryüzü Halleri

***


çekirgeler hakkında

yan komşumuzdun, bizi okula götüren ve aramızda "ördek" dediğimiz serviste illa ki yanyana otururduk. öğleden sonraları bazen eve yürür, yol boyunca konuşurduk. sen bir üst sınıftaydın, o yaşlarda bir yıl büyük olmak bile fark yaratırdı, çok şey bilirdin, anlatmayı severdin, ben de dinlemeyi. akşam yemeğinden sonra ya sen bize gelirdin kız kardeşinle ya da ben size.. savruktun sen biraz, defterlerinin sayfaları hep kıvrık olurdu, silmekten kara lekeler oluşurdu sayfalarında, baban benim temiz defterlerimi örnek gösterip kızınca sana, çok utanırdım. neyse ki umursamazdın büyüklerin dediklerini, ödevleri bir an önce bitirip başka şeylerden konuşmaya heveslenirdik. gizli yediler gibi bir kulübümüz vardı, çiş kokmadığı zamanlarda yakınlardaki nöbetçi kulübesine gizli toplantılar yapardık. yaz akşamları el fenerleriyle balkondan balkona işaretleşip küçük heyecanlar yaşardık. çekirgeleri korkmadan elime almayı, hepsinin yeşil olmadığını, bazılarının kanatlarının altının kırmızı olduğunu senden öğrendim. birlikte mutluyduk, eğleniyorduk, sonra bir gün lojman duvarlarına acemice çizilmiş bir kalbin içine adlarımızın başharfleri yazıldı, eğlence bitti, "yekparelik" parçalarına ayrıldı. utandık, ne olduğunu anlamadık ama tuhaf bir şeyler döndüğü kesindi. vaktinden önce büyümüş çocukların çizdiği o kalp yüzünden birbirimize uzak ve soğuk davranır, daha az görüşür olduk. sonra da tayin zamanı geldi, siz başka bir şehre taşındınız.

google'dan ismini aratınca bir lisenin web sitesindeki öğretmenler arasında resmine rastladım, pek değişmemişsin, aynı esmer, biraz hüzünlü yüz..

5 yorum:

elektra dedi ki...

:)))
bak şimdi ben de hatırladım o yakınlaştığın ilk karşı cinsle adın çıkınca ağaca ya da okul sırasına, araya nasıl da mesafe girdiğini. ama ben adını hatırlayıp google'a yazamadım:)

EKMEKÇİKIZ dedi ki...

Ah, tayinler!
Kaç memur çocuğunun ilk aşklarını yarım bıraktı, kimbilir?
:)

neo dedi ki...

elektra,

bende acayip bir hafıza var, gerci kısa dönem hafıza sıfır, ayağa kalkıyorum bir iş için niye kalktığımı unutuyorum bazen :) ama gecmisten seyleri, uyuz bir filmde yan rollerde oynayan karakterlerin adını hatırlamakta üzerime yoktur.

google acayip bir sey, dun universiteden bir arkadasım aradı, eski isyerimden ulasamamış, adımı googlayıp bulmus beni (ehem belli bir şöhretim var deermişim :)

ekmekci kız,

tayin dönemi evde bir heyecan olurdu hep. babam her akşam başka bir yerin adını söyleyip aklımızı başımızdan alırdı. (genelde bulunduğumuz yere çoook uzak yerleri secerdi bizi kandırmak icin) ilkokul doneminde aynı yerde kaldık biz, ortaokulda dolastım biraz. lisede de aynı yerde kaldık. tayin travmasını bizzat pek yasamadım ama tayini cıkan arkadasların uzuntusu oldu hep.

endiseliperi dedi ki...

ben 5 yaşlarında filan komşumuzun oğluna aşık olmuştum. hem de çok. ismi tarık'tı. bir yıl kadar birlikte çok güzel oyunlar oynadık. onu birgün görmesem deliler gibi özlerdim. o yanımda olsun da başka bir şey istemezdim. bir yıl kadar sonra ben 6 yaşında okula gitmiş ve yazmayı öğrenmişken, taşındılar. yani upuzun, tarık'sız bomboş günler başladı. onu hiç unutmamak ve büyüyünce de bulmak için adını soyadın bir duvara yazdım. elbette hiç unutmadım.

sonra, üniversiteye giden bir arkadşım ondan bahsetti, kısa boylu, sivilceli, sıska bir oğlan olmuş, hayret!ama gözleri hatırladığım gibi kocaman, simsiyahmış.

böyle işte:)

sevgiler.

neo dedi ki...

peri,

ben 5 yaşımı hayal meyal hatırlıyorum, onda da kişilerden çok oyuncakları :) yılbasında babam bir kamyon almıştı mesela, bayılmıstım. arkasına kuruyemisleri doldurup halıda sürdüğümü falan hatırlıyorum. kamyonlara, volkswagen arabalara hayran oldugum bir dönemim oldu benim, küçük bir kız için tuhaf bir meraktı evet..

sevdiğin arkadaşların olmadan geçen o günlerin uzunluğu ve donukluğu bende de yer etmiş. o gitmiş ya artık, ne yapsan avunamazdın..

işle ilgili bir gelişme var mı?

sevgiler