emektar polis, klasik sanat vs



bu aralar yazamadım bir türlü sayfaya. haftasonu bilgisayarı götürmedim bilgisayarı eve, iki gündür de bir toplanti icin ofis dışındaydım. toplantıya gittiğim otelin salonu buz gibiydi iki gündür, görseniz varlık içinde yokluk. "şu salonu ısıtır mısınız biraz" diyorsun, tabiy deyip hiçbir şey yapmıyorlar.. memleketin en şaşaalı otellerinden birinde oluyor bu, zaten o toplantının neden orda yapıldığı da anlaşılır gibi değil. yap daha mütevazı bir yerde, daha cok insan katılsın ya da bir toplantı daha yap, o saçma otele vereceğin parayla.. hala sinirleniyorum düşündükçe...

zaten bu ara yaptığım işle ilgili olarak şöyle bir ruh hali içindeyim, hani böyle üçüncü sınıf amerikan filmlerinde olur, tecrübeli, emekliliği yaklaşmış bir polis vardır, artık hiç sorgulamadan işini yapar, aksaklıkları düzeltmek için çaba filan harcamaz, sistemin iyileşmeyeceğine inanmıştır vs. sonra bir gün çaylak bir polisi bunun yanına verirler, hevesli polis rüşvete, mafyaya felan kafa tutmaya kalkar, kendince çabalar falan, bu tecrübeli polise de bıkkınlığı yüzünden kızar, sitem eder. tecrübeli polis de genç olanına boşuna uğraşamaması yolunda hikmetli laflar eder. işte o filmdeki polis benim bu aralar.. yaptığım işin bir şeye faydası yok, -amerikanvari bir ifade olacak ama- kimse için bir fark yaratmıyor gibi hissediyorum. bu tasınmalar (ofis için olanı) beni fena halde etkiledi sanırım, soğudum ofisten, yapmam gereken işler gereksiz görünüyor gözüme, bir beyhudelik hissi yaşıyorum fena halde. geçici olmasını umuyorum, bakalım..

haftasonu yaşamın kıyısında'yı ve de my little sunshine'ı izledim, iki filmi de çok sevdim. bienalin son gününde antrepo'ya gittim, bazı işlere bakarken bırakın post-modern'i modernin bile bu aralar bana fazla geldiğini hissettim, sanatta klasik dönem gibisi yokmuş yahu dedim kendi kendime... yine gün ışığını yansıtan tatlı natürmortlar, gösterişli giysileriyle soyluların av sahnelerini, gürbüz, elma yanaklı zengin tüccarların portrelerini yapsın ressamlar; sanat uzun şiirlerden, şehrin meydanlarına dikilen heykellerden ve bu tür resimlerden ibaret olsun. gönül rahatlığı ve bir iç huzuruyla dolaşalım galerileri :)

daldan dala atlayıp, sanattan spora geçmek isterim. dün akşamki maç neydi öyle? bir noktadan sonra ben yatıyorum dedim, o arada iki gol daha yemiş bizimkiler! yuh yani, zaten altıncıyı (yoksa yedi miydi) kıçıyla attı liverpool'lu arkadaş. bu hafta maça gitmeyi düşünüyordum ama çok kızgınım, beşiktaş bir süre gözükmesin gözüme!

yemek molasını fırsat bilip sayfaya bir şeyler yazayım dedim, ofiste elektrikler gitti, laptop'un bataryası bitmeden şu yazdıklarımı gireyim bari..

4 yorum:

Adsız dedi ki...

şaşıracaksınız ama spordan başlayayım efenim. akşam arçil'le odaya kapanmış matematik çalışıyorduk. bugün sınav var. baktım durumu fena değil, ben de günlerdir matematik stresi ile boğmuşum çocuğu, hadi bırak artık, gel maç izleyelim, dedim. evet evet, böyle dedim. ve 6. golde artık vakit de geç olduğundan hadi kapatalım dedim daha fazla utanca gerek yok. arçil, ama anne duyuyor musun bütün o tezahürat sesleri beşiktaş seyircisinden geliyor. çok iyi beşiktaş taraftarları, çok sadık. arçil aslında fenerbahçeli. tam uyumak üğzereyken de odadan sesi geldi arçil'in telefonuna mesaj gelmiş maç 8-0 bitti diye. olsun, dedik, beşiktaş seyircisine bravo. yine zorlu bir testten geçtiler.

san'at konusunda ise sizinle aynı fikirdeyim mirim. insan resmi deyince insan gözü, kas kemik görmek ister, değil mi? evet, heykeller olsun ve uzun şiirler, sonra kalın romanlar. biz hayatı öoradan öğrenelim ve hayat ancak o kadar karmaşık olmasın. onlar romanlarda olsun.

taşınmak güzeldir, değişiklik filan ama mesela ben tam da bu sabah düşündüm yeni bir eve taşınmak nasıl hissettirir, diye. titreyerek kendime geldim. sanırım mezarımızda bu evde olacak, öyle bağlı hissediyoruz kendimizi. ama gerçekte, gerçekten taşınmamız lazım.

sıkma canını, diyorum. geçecektir, orası da eski ofis olacaktır zamanla.

ben o lüks otelleri hiç sevmem. o güzel görünen yemeklerinden, rahat görünen koltuklarından hiç keyif almam. sanki biri büyü yapmış gibidir. yaşadığın bir hayalden ibarettir de sen yaşıyorum sanırsın.

ben ruhu beşiktaşlı olan, galatasarylı görünen oğluna bağlılığı yüzünden fenerli olan biriyim. beşiktaş2a küsmeyiniz, her zaman yanında olunuz, seyircisinden başka neyi var ki şimdi:)

sevgiler, öpücükler.

EKMEKÇİKIZ dedi ki...

Neocuğum,

Bugün bizim mahalle de sizinkiyle aynı kaderi paylaştı, elektrik hususunda. bir saat kukumav gibi oturduk, ben de bilgisayarımın resim klasörlerini düzenledim, o fırsatta.

Bu seneki Bieanil kitabını aldım, İstanbul Modern'deki Eski Bienallerden Seçmeler sergisini gezdim. Bu senekilere sıra gelemedi.

Son olarak Sekiztaş konusuna gelelim. (!)
Kızma, her takımın başına gelir.
:)
Bu bir şey değil, Allahtan Fenerbahçe'ye filan yenilmediniz. Yoksa sittin sene çenelerinden kurtulamazdınız.
Geçmiş Olsun!
:)

neo dedi ki...

pericim,

haklısınız, beşiktaş seyircisi sadıktır lakin kızmaya da hakkımız var yahu, bir süreliğine küsüm ben beşiktaş'a :)

miyazaki yazını dün tam çıkmak üzereyken gördüm, baktım, şöyle tadını çıkararak okunması gereken bir yazı, bugüne bıraktım, birazdan çay eşliğinde okuyacağım, yaşasın.

sevgiler, öpücükler

***

ekmekci kız,


elektrik kesintilerinde ne yapacağımızı şaşırıyoruz, bir dahaki sefere hazırlıklı olalım diye oyun kağıdı almaya karar verdik. çünkü elektrik idaresine soruyoruz ne zaman gelecek diye, genelde "birbucuk saat sonra" gibi cevaplar alıyoruz, o zamanı doldurmak icin bir seyler yapmak şart oluyor.

ya sekiztaş'ı duymamıştım, iyi oldu :) sonuna kadar hakettik bunu, ne desen haklısın.

Adsız dedi ki...

Non capisco la lingua