buzlar üstünde minik bir yılbaşı kutlaması



nükü ile liseye başladığımız ilk gün tanışmıştık. okulun bahçesinde aynı ortaokulu bitirip o liseye başlamış, birbirini tanımanın rahatlığıyla ve verdiği güvenle cıvıldaşıp duran diğer öğrencilerin arasında kimseyi tanımayan, biraz ürkekçe etrafa bakınan iki kızdık. almanca sınıfındaki diğer öğrencilerle birlikte üç yılımızı geçireceğimiz sınıfa girdiğimizde hemen sıra arkadaşı olup, sanki kırk yıldır tanışıyormuş gibi sohbete başladık. sonrasında birbirinden hiç ayrılmayan, birimiz nadiren yalnız gezdiğinde görenlerin "diğerinin başına bi sey mi geldi yahu" diye merak edeceği kadar iyi arkadaş olduk. evlerimiz yakındı, sabah okula birlikte gider, eve birlikte dönerdik. okul sonrası ya onlarda ya bizde vakit gecirir, birimiz evine gidince de hemen telefona sarılır saatlerce konusur; bizimkilerin "daha yeni ayrıldınız, bu kadar saat ne konusuyorsunuz" diye yarı azar, yarı merak tonundan uyarılarını pek takmazdık. işin tuhafı o kadar uzun ne konuştuğumuzu şimdi ben de merak ediyorum, pek bi sey kalmamıs zihnimde :) yıllardır ayrı şehirlerde yaşıyoruz ama hala -daha seyrek de olsa- uzun telefon konusmaları yapıyoruz.

lise ikideydik sanırım, nükü'ler bizim eve on dakika mesafedeki arka caddeye taşınmıştı. o yılbaşı öncesi eskişehir'e sıkı bir kar yağmış, karın ardından soğuyan havayla her yer buz tutmuştu. filmlerdeki gibi bir yılbaşı için zemin müsaitti yani :) yılbaşı gecesi önce bizde biraz takıldık, tipik yılbaşı menüsü, kuruyemişler, meyveler, bir de yine likör vardı sofrada. annemin uyukladığı için çıkan numaraları kaçırıp dövünerek bizi oyundan daha çok eğlendirdiği birkaç el tombaladan sonra, bizimkilere "nükü'lere gidiyoruz" diyerek kendimizi karlar altındaki sokağa attık. nükü'lere gidecektik tabiy ama asıl planımız, açık bi bakkal bulup bira almak ve tadına bakmaktı. bir yılbaşı gecesi, geç saatte sokakta olmak iki liseli kız için acayip bi şeydi. tanıdığımız, bildiğimiz sokaklardaydık ama sanki sınırın ötesine, başka bi ülkeye geçmiş gibiydik. saatin onikiyi vurmasına dakikalar vardı, bizimkiler duruma uyanıp biz iki kaçak balkabağının peşine düşmeden, bira bulup tadına bakmalıydık.

sokaklarda pek kimse yoktu, mahalle bakkalı kapalı oldugundan -açık olsa da bizi tanıyacağından- ana caddeyi geçip parkın oradaki markete gittik. iki kutu birayı alıp hemen mahalleye dogru yürümeye başladık. ayazda iyice kayganlaşan buzda kaymayalım diye kolkola girmiştik, kutuları açıp ilk yudumları aldığımızda "bu muymuş" diye içimizde geçirsek de belli etmedik sanırım. düşmeyelim diye küçük küçük adımlarla yürürken karşıdan yalpalayarak gelen sarhoş bir adam gördük. bi o yana bi bu yana salınırken hoop kayıp kendini yerde buldu. daha önce de birkaç kez düşmüş olacak ki, ustaca yerden kalkıp yürümeye devam etti, baktık bize doğru geliyor, durduk. elimizdeki kutuları görünce "kızlar bi fırt alabilir miyim, düştüm de" dedi. biz zaten herşeye gülmeye meyilli gençler olarak kıkırdayıp biralardan birini ona verip yolumuza devam ettik. diger kutuyu naptık hatırlamıyorum, nükü'nün annesi kapıyı açtığında yeni yıla girmek üzereydik, büyükler "nerdesiniz siz?" diye öylesine bi sorup televizyondaki eğlenceye döndü. biz de iki -sarhoş adamı da sayarsak, üç- kişilik gizli yılbaşı eğlencemizden sonra, bi süre birbirimizden bi sey isterken cümlenin sonunda "düştüm de" deyip kıkırdamaya devam ettik :)

4 yorum:

gülçin dedi ki...

ne güzel bir anı bu neolitik hanımcığım, güldürdün beni. o yaşlarda insanın en çok konuşacak şeyi oluyor değil mi? benim de elif diye bir arkadaşım vardı, geceleri birbirimize sayfalarca mektup yazardık. şimdi kimbilir nerededir?

sevgiler

EKMEKÇİKIZ dedi ki...

Şu viral enfeksiyonu haklasam, ben de bir-iki yılbaşı anısı yazacağım da...

Şu saatlerce telefonda konuşma işini biz de yapardık. Şimdi bakıyorum, kızım da aynı durumda. Üstelik ben de şimdiki zamanın yetişkini olarak, aynı soruyu soruyorum: "Kızım, ne var böyle uzun uzun konuşacak, daha yarım saat önce okulda birlikte değil miydiniz?
:))

neo dedi ki...

gülçin,

biz mektup yazma işini, arkadaşım üniversite için kıbrıs'a gittiğinde yapmıstık. hala durur o mektuplar.. otobusle onu ankara'ya uğurlarken ne çok ağlamıştık karşılıklı. gencken icinden geldiği gibi yasıyor insan, sonra sonra kabuklara, zırhlara bürünüyor.. simdi birilerini uğurlarken ağladığım yok hiç, belki de o zamanli tepki abartılıydı, tatilde dönecekti sonucta.. bilemedim :)

sevgiler

***

ekmekci kız,

gecmis olsun cok, umarım daha iyisindir simdi. ben de son bir anı daha yazıcam bu yılbası dizisi icin, pek vakit kalmadi şunun şurasında.. haftasonu vaktim olmaz diye tahmin ediyorum, yılbasında birkaç arkadas bizde toplanıyoruz, menü üzerinde calışıyorum: pastaya karar verdim, portakal agaci'ndaki tarifle alman pastası yapacagım, uzerine yıldız seklinde minik kagıtlar kesip, pudra sekeriyle sekiller yaparak kar efekti verme peşindeyim eheh :)

müzi dedi ki...

ne guzel bir yazi olmus, ben de ilk bira deneyimimi hatirladim simdi. benimki de boyle kacakti, biraz korku epeyce heyecan esliginde. bir de 'acaba alkol kokuyor muyuz?' korkusu. kendimizce ne de onemli isler basarmis olurduk anne-babalarimizi alt edince.
cidden ne konusurduk biz oyle saatlerce? ne guzel gunlerdi onlar oyle, konusmalarin bitmedigi... insan hayat hep oyle devam edecek saniyor.