kar yağdığında yolum şehrin eminönü, beşiktaş, beylerbeyi gibi kadim noktalarına düşmüşse direkt orhan pamuk'un önce kara kitap'ını, sonra da benim adım kırmızı'sını hatırlıyorum. kar'ı da okudum aslında ama ondan geriye pek bir şey kalmamış bende. galip'in rüya'nın peşinde hülyalı, karamsar dolaştığı karlı istanbul sokakları ya da kara'nın nakkaş katilini yakalamak için arşınladığı haliç tarafları geliyor aklıma. bir de başlıkta bir haiku'su olan meşhur matsuo başo var. o da karla kodlanmıştır hafızamda. madem bu ara doğru dürüst bir sey yazamıyorum, bari fotograflar, haikular ve de bir şiirle yırtmayı deneyeyim dedim.
öyle...
Kar Partisi
Louis Asekoff 'a
Başo, gelince
Nagoya kentine,
Çağrılır kar partisine.
Şıngırdar porselenler
Çay dolar fincanlar;
Tanışılır.
Sonra herkes
Yığılır pencereye
Yağan karı seyretmeye.
Kar yağıyor Nagoya’ya
Ve daha güneyde
Kyoto’nun kiremitleri üstüne.
Doğuda, İrago’nun ötesinde,
Yağıyor
Yaprak gibi soğuk deniz üstüne.
Bir başka yerde yakıyorlar
Cadıları ve yoldan çıkmışları
Kaynayan alanlarda,
Öldü binlerce kişi şafaktan beri
Barbar kralların
Hizmetinde;
Ama sessizlik var
Nagoya evlerinde,
İse tepelerinde.
Derek Mahon
çev: nezih onur
------
*Matsuo Başo
5 yorum:
Sondaki şiir güzel de, ah, bu haiku ne kadar zarif ve ne çok şey anlatıyor.
Harika!
:))
çok güzel olmuş neolitik hanımcığım, içim açıldı vallahi.
sevgiler
ekmekci kız,
benim de en sevdigim haiku'lardan biridir başlıktaki. başo'nun bu kadar kısa ifadelerle dünya kadar şeyi anlatmasına bayılıyorum. evde bir yerlerde kitabı olacaktı, bulayım da biraz daha gireyim sayfaya.
bir ara ben de yazmayı denemis idim haiku, hicbirini begenmedim, neredeler bilmiyorum hiç. aslında kar konulu yeni haikulara girişilebilir yeniden, haiku yazmanın kuralları hatırlanarak.
...
gülçin,
begendigine sevindim. burada doğru dürüst yağmadı, (taksim, tünel, gümüşsuyu civarında yani) fotograflık bir sey çıkmayınca, allposters'den sectim bunları.
sevgiler
sevgili neolitik hanım'cığım,
sen yazdıktan sonra enis batur'un hazırladığı kara mizah antolojisi'nden, tomris uyar'ın çevirdiği, "muz balığı için bulunmaz bir gün" öyküsünü tekrar okudum. yazmayı da istedim ama öyle uzun ki. bir de benim sevdiğim gibi sevilmeyecek diye ödüm kopuyor bazen. seymour'un intiharı var bu öyküde. bir anda, hep beklenilen, gerilimi hissedilen ama bir anda da olup bitiveren bir şey, ne zaman okusam kalbim çarpıyor. çünkü, yaz, güneş, deniz, kıyıda küçük kız sybil'le müthiş şefkatli ama yine de müthiş gerilimli konuşması...
*
bu kar fotoğrafları ne dingin, sakin. insan bakakalıyor ve şiir, en çok da haiku ne çok yakışıyor.
sevgiler sana neolitik hanım'cığım.
sevgili endiseli periciğim,
bahsettigin öyküyü duydum ama bir türlü okuma fırsatım olmamıştı. sonsuzluğa uzanan okuma listeme ilk sıradan eklemek üzre kitabın adını not aldım hemen :)
bu ara isler öyle yogun ki, hala franny ve zooey'i bitiremedim, çarşamba günü edirne'ye gidiyorum bir toplantı için, iki gün sürecek, doldurmam gereken 40 sayfalık bir anket var, okumam gereken sürüyle sıkıcı şey. neyse şikayet etmeyeyim, sevmiyorum çünkü.
fotografları ben de cok sevdim, keşke daha büyük çözünürlüklü olsalar.
sevgiler pericigim
Yorum Gönder