Clive Owen: Kaba saba, romantik ve mütevazı


Efenim, "hastasıyız" serisine (bkz Ekpresyonizm konulu makalem), başta İngiliz aksanı olmak üzere, oyunculuğuna (tabiy, o da büyük etken :p) ve kendisine komple bayıldığımız Clive Owen'la devam ediyoruz. Beyler bu noktada yazıyı bırakabilirler ehehe :) Peki neden Neo, nereden çıktı şimdi Owen Mowen diyecek olursanız, şöyle ki, geçenlerde "Elizabeth -The Golden Age" filmini izledim, maceracı, cool denizci rolüyle Kraliçe'nin karizmasını yerle bir eden Clive Owen'ı görünce "ya ben bu adama bayılıyorum, neymiş hikayesi" diyesi oldum. Sonra gelsin Google'lar, gitsin Britanya magazin basını (gerçi sıfır malzeme, adamcağız nicedir evli-çocuklu bi kişiymiş, sıfır skandal!) derken bi hayli bilgi devşirdim gece gece. E, sinemasever nice blog arkadaşım var, onlar neden bu bilgilerden/fotoğraflardan mahrum kalsınlar ki dedim.


Clive Owen'ı ilk kez şu meşhur Closer filmi ile tanımıştık. Hani Jude Law, Natalie Portman'la sevgiliydi ama Julie Roberts'a da yazıyordu, sonra onun bir doktorla tanışmasına vesile oluyordu. Julia Roberts o doktorla birlikte olmaya başlıyordu. Biraz kaba saba bir adamdı doktor ama pek de etkileyiciydi, işte o doktoru Clive Owen oynuyordu (Ekşi Sözlük'te "bir öküzü canlandırıyordu" demişler :). Kabalığı ve kadına davranışlarıyla insanı sinir ediyordu ama ihanete uğrayan bir aşık olarak yaptığı hırçınlıkları da mazur görüyordu insan. İlişkiler üzerine enteresan bir filmdi Closer, "ilk bakışta aşka inanıyorsan, bakmaya devam edersin" sloganıyla da insanın kafasını karıştırıyordu.

Tabii Owen'ın, Closer'dan önce de birtakım filmleri, dizileri olmuş, aslında oyunculuğa tiyatro ve tv dizileriyle başlamış ama asıl istediği sinemaymış. Closer'dan önce Gosford Park'ta, Bourn Identity'de, İngiltere'de pek tutmayan ama Amerika'da beğenilen Croupier filminde oynamış. Bir de BMW'nin meşhur kısa filmleri var, hani bir sürü ünlü ismin (Guy Ritchie, Angle Lee, Alejandro Iñárritu vs) yönettiği, işte o filmlerdeki şoför hep bizim Clive.

İngiliz oyuncu 3 Ekim 1964'te (hmm terazi, kendisini sevmemiz icin bir neden daha :) Coventry'de doğmuş, müzisyen babası üç yaşındayken evi terk etmiş, Owen 16 yaşına kadar babasını görmemiş. Annesi, üvey babası ve dört erkek kardeşiyle yaşadığı çocukluk günlerini "zor zamanlar" olarak tanımlayan Owen oyuncu olmaya karar verince Kraliyet Oyunculuk Akademisi'ne gitmiş, sınıf arkadaşları arasında Ralph Fiennes de (sinsi minsi görünür ama onu da severiz bak) varmış. Mezun olunca önemli bir oyunda şans eseri Gary Oldman hastalandığı için onun yerine kritik rollerden birini üstlenmiş. Sonra Romeo ve Juliet'te Romeo'yu oynarken Juliet'e gerçekten aşık olmuş (Amerikalıların "occupational hazard" dedikleri şey işte :) Juliet'i oynayan Sarah Jane Fenton'la ara ara türbülansa giren ilişkileri, 1995'te evlilikle sonuçlanmış, Hannah ve Eve diye iki kızları olmuş. Güzelce bir kadın aslında ama bir ara kendini biraz bırakmış, kilo almış Sarah Hanım. Ay böyle "hanım" diyince Yemekteyiz programındaki gıcık dış ses gibi oldu, "Sarah Hanım, salmışız kendimizi biraz, konuklar ne diycek bu işe?" Iyy! yazar yazmaz sinir oldum, neyse sonra toparlamış, en son bir film galasında fotoğrafları var, gayet hoş.

Konuyu dağıtmayayım, bu Clive Owen'ın, Endiseli Peri'nin de yazdığı Shoot em Up diye bir filmi vardır bir de, şiddet doludur ama çizgi film gibidir bi yandan. Bir bebeği kötü adamlardan korumaya çalışan eli silahlı bir tipi canlandırır, bir röportajda filmin yönetmeni, Clive Owen'in rolünü "mavi yakalı James Bond" olarak tanımlıyor. Tıpkı Bond gibi silahlı-külahlı adamlarla mücadele eder ama bunu bir salon değil mağara adamı tadında yapar. Ayrıca Children of Men filmini de severim ben, karanlık, distopya bir filmdir ama ordaki fedakar aktivist karakteri insana birazcık ümit verir.

Clive Owen gazetecilere kök söktüren cinsinden bir oyuncu. The Times'da 2007'de yayınlanan bir röportajda gazeteci, Owen için "zor biri, ciddiliğiyle ve gazetecileri ustaca savuşturmasıyla tanınıyor" diyor ama devamında da "aslında neşeli ve kocaman bir kahkahası var" diye öve öve bitiremiyor. Gazetecilere özel hayatından pek bahsetmiyor ama söz konusu röportajda bir şeyler anlatmış: Karısıyla nasıl tanışıp evlendiklerini (az önce sözünü ettiğim Romeo-Juliet turnesinde yedi ay boyunca Avrupa'yı dolaşmışlar, e o kadar vakit dip dibe geçince yakınlaşmışlar haliyle), Los Angeles'ta "Hollywood tarzı" bir hayattansa Kuzey Londra'da yaşamayı tercih ettiğini vs. Daha yeni tarihli bir başka röportajda bu bilgilere ek olarak fanatik bir Liverpool taraftarı olduğundan bahsediyor. Film sözleşmelerine başka oyuncular gibi "çıplak gözükmem, özel jetle seyahat ederim isterim" gibi maddeler yerine "karavanımda Liverpool maçlarını izlerim" maddesi koyduracak kadar hastasıymış.

İlla da başrol oynayayım ya da jön olayım diye bir derdi de yokmuş arkadaşın, "başroldeki adam rolleri çoğu zaman bana cazip gelmez, "başrolde sağlıklı, düz, basit bir adamı oynamak kadar sıkıcı bir şey olamaz" diyor. ha böyle diyor ama başrollerden de geri durmuyor, son iki filmi yakında vizyona girecek. The International (Koş Lola Koş'un yönetmeni Tom Tykwer'ın filmi) ve Duplicity.

Bir ara Altınyıldız reklamlarında oynuyordu, bu sözünü ettiğim The International filminin bazı sahneleri de Sultanahmet'te çekilmiş, buralara kadar gelmiş ama rastlaşamadık kendisiylen.


son olarak ekşi sözlükten birkaç alıntıyla Clive Owen yazımıza son veriyoruz benim sinemasever okurlarım:

"gosford park'tan sonra gönlümde taht kurmuş, kapıya değil bmw, anadol'la gelse bile karizmasını yitirmeyecek adam."

"1964 doğumlu ingiliz aktör. özellikle closer isimli filmde sıkça söylediği i love you repliğini, eminim ki hiç kimse onun gibi söyleyemez."

"jude law falan gibi cocuk tipli, adam gibi adama benzemeyen, erkeksi olmayan tiplerle dolan taşan beyazperdelere serpilen sudur kendisi. bi insan bu kadar mi adam adam olur yahu."


"kral arthur filminde muthiş aksanından mıdır bilemem, filmin konusunun ne olduğunu anlamadan izlemeye doyamadığım son zamanların en yakısıklı aktorlerınden. kendisini izlemekten dolayı oyunculuğu hakkında bir şey diyemeyeceğim. bir de böle gazete sayfalarında aniden göz göze geliyorsunuz filan, allah sonumuzu hayır etsin."

*Sonradan bi baktım da hep olumlu şeyleri almışım yazıya ehehe, aslında biraz koca kafalı adam kabul ediyorum, kulakları da büyük mü ne?
Son anda kıvıran Neo :)

5 yorum:

EKMEKÇİKIZ dedi ki...

Hiç son anda filan kıvırma Neocuğum, harika olmuş bu yazı, en son satırına dek hem de!
Colin Firth yazısından sonra bu serinin Clive Owen'la gitmesi ayrıca göz yaşartıcı. Andığım diğer beyle birlikte, son dönemde en beğendiğim diğer İngilizdir kendisi. :)))

Children of Men'deki rolünü ve halini ben de pek severim. Sonra Closer gelir, sonra Golden Age. Sonra Derailed var, yok yok ondan önce King Arthur'da daha iyi.
Bakalım, yeni filmlerinde nasıl?

Bu arada "mavi yakalı James Bond" tanımını çok sevdim, cuk oturmuş. Bütün o mağara adamı halinin altında, yine de onu cazip kılan bir şeyler var, işte.
:))

endiseliperi dedi ki...

hımmm...
gözünüzden kaçmış neolitik hanım, robert altman'ın, gosford park filminde, uşak rolündeki clive owen'ın verdiği entelektüel
(:) hazzı başka hiç bir artist hiç bir sahnede verememiştir. clive, aristokratlar salonda türlü dalevereler döndürürken ve de mutfakta hizmetçiler tombul yanaklarını titrete titrete dedikodu yaparken, küçük, basit, sessiz uşak odasında(ki clive owen'ın duruşu bu renksiz odada nasıl da göz alıcı!)yatağa yan olarak uzanmış, elindeki bez ciltli küçük kitaba dalmış. kapısı açıldığında biz onu böyle görüyoruz. bizim bu güzel görüntüden nutkumuz tutuluyor, ama o, gelenin varlığına hiç şaşırmıyor. o, hiç bir şeye şaşırmıyor zaten, çünkü olan ne varsa zaten biliyor ve öyle az konuşuyor ki. uşak clive owen'ın duruşundaki bu hazzı woddy allen ancak saatlerce entelektüel vıdı vıdı yaparak verebilir (onun yeri elbette ayrı. şimdi başka bir şeyden bahsediyoruz burada:)

bir sorun bakalım google'a. ben gördüm orada da. eminim bana hak vereceksiniz. bence fotoğrafıyla yetinmeyip filmde canlı canlı görün. beğeneceğiniz türden bir film, kalabalık kadrolu filmler üstadı altman'ın diğer oyuncuları da çok hoş.

sevgiler neolitik hanım'cığım.

neo dedi ki...

ekmekci kız,

ingiliz aktörler serisine devam edeyim diyorum ama bu sefer daha eskilere gidip bir michael caine yazsam mesela, o tekinsiz bakışlı adamın da hastasıyız :)

aslında "mavi yakalı james bond"u başlık yapsam iyi olacakmış, dedigin gibi clive owen'ı daha iyi anlatan bir ifade zor bulunur.

yeni filminin fragmanını izledim, gecen gün de bir haber vardı, çekim icin kapalıçarşı'yı kapama izni alamamış ekip (koca çarşı kapanır mı bi yandan da), çarşıdakilerin haberi yokmuş film çekiminden, belli yerlere kameralar konmuş, clive'e de bi silah verip "koş sen abi" demişler. millet elinde silahla koşan clive owen'la ilgilenmemiş, herkes işine bakmaya devam etmiş, bazılı görünce gülmüş. ekip de kafayı yemiş, çok zor gececegini düşünüyorlarmış cünkü çekimin.
haberin altındaki yorumlarda, biliyodur çarşı esnafı film oldugunu demiş biri -bana da öyle olabilir gibi geldi- haberin linki şurda:

http://www.femalefirst.co.uk/entertainment/Clive+Owen-63345.html

neo the uluslararası magazinci :)

***

peri,

evet evet eksik bir yazı oldu bu, yazarken gördüm o filmi ama izlemediğimden almayayım dedim. iyi de öyle olmus, yoksa o güzel cümlelerinden mahrum kalacaktık :) bir film sahnesi bu kadar mı etkileyici anlatılır yahu! ben uğrasayım burada uzun uzun yazılar yazayım diye, sen bir yorumda bitiriyorsun işi.

bir de gosford park'la ilgili şöyle enterasan bi hikaye var. bir arkadaşım var, kocası ingiliz, yazar, yakınlarda yeni romanı cıktı. onunla da yıllar içinde arkadaş olduk. işte o ingiliz arkadaşın arkadaşı geçtiğimiz yıllarda bir film senaryosuyla oscar'a aday olmustu. bize ne oluyorsa, biz ondan daha fazla heyecan yapmıstık, sanki bizim arkadasımız aday olmuş gibi, heyecanla törenleri bekledik. sonunda oscar'ı aldı, arkadaşımızın arkadaşı :) bizde yıllarca "türk filmi oscar aday adayı oldu" diye heyecanlanıp hevesleri kursaklarında kalan bir milletin evlatları olarak "yaşasın r'nin arkadaşı oscar aldı" diye bi sevinç ! neyse uzattim, işte o film gosford park'tı. ve ben hala bir türlü fırsat bulup izleyemedim. bazen tv'de rastlıyorum ama yok, başından doğru dürüst izliycem diye zaplıyorum hemen. tez zamanda bulayım bi yerlerden.

sevgiler endişeli periciğim.

Adsız dedi ki...

Evet herkes yavaş yavaş terkediyor buraları. Terk etmese de eskisi kadar severek yazmıyor gözlemlediğim kadarıyla. Endişeli Peri gidiyor. Tıpkı Pelin(Unutmadan yazmam lazım)gibi. :(

neo dedi ki...

adsız,

kendi adıma konusacak olursam, yazmayı seviyorum hala ama hevesim kaçtı bu ara, sırf bloga yazmakla ilgili degil, genel bir uyuzluk var üzerimde. kısa zamanda geçmesini umuyorum. yazmaktan vazgecenler de belki dönerler bir gün...