jane austen'ı böyle bilmezdik, nerde “gurur ve önyargı”nın (nasıl kitap ismi bu da kardeşim, o zamanın editörleri pek müdahaleci diyilmis anlaşılan, "jane apla, gel buna şöyle fiyakalı bi isim bulalım, kapağa da verelim cart pembeyi bak nasıl satıyor" diyen yokmuş!) cevval, ağzı laf yapan, mr. darcy'e cesurca laf sokan elizabeth bennett'i, nerde bu mansfield park romanının başkişisi fanny price uyuzu! yani ağır girdim lafa ama, bir roman karakterine bu kadar mı gıcık olunur kardeşim, zayıf, ürkek, utangaç, çekingen, mıymıy mıymıy... hadi diyelim zor bi cocukluğu olmuş kızın, teyzesinin konağına eski türk romanlarındaki tabirle "besleme" olarak verilmiş, mrs norris denilen cadaloz teyzesi (ona da ayrıca gelicem) tarafından itip kakılmış tamam da, roman ilerledikçe konaktakilerden sevgi görmeye başlıyor, önce bir "agabey" olarak gördüğü ama sonradan gönlünü kaptırdığı edmund tarafından el üstünde tutuluyor, diğer teyzesi onsuz yapamıyor vs. bi kendine güvenin gelsin, kendine ait bi fikrin olsun, bi konuş diy mi? yok, hep "ama ben bilmem ki, ay nasıl olur, ben bunu hak etmiyorum ki, ben kimim ki" diye diye insanı çileden çıkaran bir varlık. bana eski türk filmlerinde genelde hülya koçyiğit'in canlandırdığı, evin kızları tarafından hep hor görülen, taşralı kızı hatırlattı. aynı manasız teslimiyet, haksızlıklara bi sesini çıkaramama, bi "yahu ben de insanım" diyememe.
direkt romanın baş karakterine giydirerek başladım ama, nicedir okuduğum kitaplar hakkında yazmiyordum, jane austen'ın “mansfield parkı” beni gaza getirdi... biliyorsunuz jane austen'ı seviyoruz, ilk kez perihan mağden'in yazılarında övgüler düzmesiyle merak etmiştim austen'ı, o zamanlar doğru dürüst çevirisi yoktu, emma filmi falan vardı, sonra sense and sensibility vs. bridget jones'un günlüğü furyasında ıslak gömlek sahnesiyle mr. darcy (colin firth) hayatımıza girdi :), ordan colin firth'ın mr. darcy'i oynadığı efsane bbc dizisi "pride and prejudice" (bak ingilizce yazınca manalı oluyor başlık, editörlerin hakkını yemişim:) geldi. filmler, diziler derken kitapları çevrilmeye başlandı. ilk okuduğum kitabı da iş bankası yayınlarından çıkan “gurur ve önyargı” oldu, çok begendim. guardian’da jane austen'ın fiskos sehpası kıvamındaki yazı masasını görünce (bkz ilgili yazı) yazara da kanım kaynadı zati. geçenlerde bi ara aldığım ve de kitaplıkta unutayazdığım mansfield park elime geçince dur dedim okuyayım ben bunu..
fena başlamıyor aslında, fanny, teyzesi lady bertram ve eniştesi tarafından konağa getiriliyor, diger teyzesi mrs norris yol boyunca kıza başına talih kuşu konduğunu, nankörlük etmemesi gerektiğini, uslu durmasının şart olduğunu falan yüz bin kere söyleyip kızı korkutuyor, evin iki kızı ve iki oğlu da başta uyuz davranıyor, kızı merakla inceliyor, önce aralarına pek almayıp, küçümsüyorlar, "aa hiçbi şey bilmiyor bu" diye ama zaman geçtikçe, serpilip büyüdükçe konağın bir parçası oluyor, evin küçük oğlu edmund'la yakınlaşıyor, abi-kardeş gibi başlıyor hikaye ama bizim küçük hanım sonradan niyeti bozuyor. edmund o ara komşularının kız kardeşi mary'e yazdığından fanny'nin hislerinden haberdar diyil, bu arada mary'nin erkek kardeşi çapkın henry, evin iki kızı julia ve maria'yla kedi-fare oyunu oynamakla meşgul... bi birine daha fazla ilgi gösteriyor, bi ötekine derken kızların ayarı bozuluyor, az daha salon kadını çizgilerinden kayacaklarken, içlerinden maria olanı talibi zengin bi adamla, sevmediği halde evleniyor. julia da bakıyor henry'den hayır yok kendini londra'nın renkli hayatına atıyor.
bu arada bizim henry boşta kalınca, fanny'i fark ediyor, "aa güzel kızmış aslında, huyu da iyi, dur ben şunu da kendine aşık edeyim" diyor, çünkü arkadaşın olayı bu, kızları kendine oyuncak etsin. ama bu sefer işi hiç kolay olmuyor, bi kere fanny henry'ye acayip uyuz oluyor, kuzinlerine (bu lafın da hastasıyım) yaptıklarını gördüğünden henry'nin ona olan ilgisine inanmıyor. henry, işi inada bindirip "seviyorum kızım, evlenicem seninle" dediginde bile ikna edemiyor, "yok ben sizi katiyen sevemem" diyerek konaktakileri (teyzeleri ve eniştesini, bir de edmund'u) hayrete düşürüyor ("fanny gibi biri nasıl olur da henry gibi yıllık geliri bilmem kaç bin pound olan bir kısmeti reddeder?").
bu arada bütün bunları böyle güzel güzel özetliyorum ama romanda pek de öyle hızlı gelişmiyor olaylar, yok seyahatler, yok balolar, atla civarda geziler, oku oku pek güzel de, bi vukuat olmuyor sayfalar boyunca.. zaten kitabın arka kapak yazısı da insanı beklentiye sokuyor, "zina, jane austen romanlarında pek rastlanan bir tema değildir ama mansfield park ahalisini birbirine kattığında hiç umulmadık sonuçlara yol açacaktır" diye gizemli bi cümle kurulmuş ama romanda vaat edilen yasak aşk bir türlü gerçekleşmiyor, kitabın sonlarına yaklaştım hala yasak aşk denilecek bi durum yok ortada, yoksa geçtim mi diyorum, fark etmemiş olabilir miyim? yuh artık, kendimden şüphe eder hale geliyorum ama neyse son elli sayfada yasak aşkın haberi geliyor -belki okursunuz, şimdi burda spoiler vermeyeyim-.
sonuna doğru tempo artıyor, olaylar hızla gelişiyor ama yok, pek sevemedim ben mansfield park'ı. wikipedia, austen'ın "en tartışmalı ve en az popüler romanı" olarak değerlendirmiş. jane austen'ın annesi bile fanny karakterini "yavan" bulduğunu söylemiş zamanında.. gerçi kimileri de yanlış olduğuna inandığı bir fikre –yani henry'nin evlilik ısrarına "yanlış bu" diyerek yanaşmaması- sonuna kadar karşı çıktığı, "ayol adam zengin, evleneyim gitsin" demediği için takdir edilmesi gereken bir karakterdir diye de düşünüyor. evet bu nokta dikkat çekici ama henry'e karşı çıkışının o kadar kuvvetli oluşunda esas edmund'a duyduğu aşk var, ha umutsuz görünmüyor mu evet ama, yine de ondan güç aldığı için o kazanova kılıklı henry'e "nayır nolamaz" diyebiliyor.
romanda fanny'den daha fazla uyuz olduğum karakter teyzesi mrs norris. aslında bu bir mrs norris yazısı da olabilirdi rahatlıkla, ben hayatımda bu kadar işgüzar, iki yüzlü, cimri, sevimsiz, yalaka bir kadın görmedim. önce “fanny'i getirtelim” diyor, “ben bizzat ilgilenirim yeğenimle, sonra “ay benim evde kalamaz, misafir odası lazım bana” diye yan çiziyor, kıza hizmetçisi gibi davranıyor, zırt pırt sağa sola gönderiyor, kızın her şeyi ona batıyor, şöyle şeyler diyerek paylıyor mesela: “aman fanny çok aptalca şeyler yapıyorsun; bütün bir akşam aylak aylak kanepelerde pineklenir mi ayol? Şuraya yanımıza gelsen de bir işe yarasan ya! Kendi elinde işin yoksa bile yardım sepetinden iş buluruz! Biraz başkalarını düşünmesini öğren artık. Sözlerime de mim koy: Genç bir insanın bütün gün kanepelerde yatıp durması ayıptır, çok ayıp!" halbuki kız keyfinden yatmıyor, bütün gün bahçede güneşte gül toplatmışlar (zati zayıf, narin bi şey) hadi ordan cadı bayan norris'in evinde göndermişler, kızın başı çatlıyor ağrıdan. kuzinleri kızı biraz kollayınca onlara da kıl oluyor vs. harry potter'da büyücülük okulunun gıcık hademesi filch'in onun kadar gıcık, ispiyoncu bi kedisi vardır, rowling o kedinin adını işte bu mansfield park'taki bu kadından esinlenerek mrs norris koymuş. cuk oturmuş mu, oturmuş!
austen’ın sosyal olarak en gerçekçi romanı olarak tanımlanan kitap için Edward said, romandaki Batı kültürünün kölelik ve emperyalizmin maddi getirilerini teklifsizce kabullenişe dikkat çekiyor (fanny’nin eniştesi servetini sömürgelerdeki arazilerine borçlu da..).
mansfield park, internetteki forumlarda da çok tartışılan bir kitap, austen’ın diger romanlarını birer cümleyle özetlemek mümkün iken: sense and sensibility duygularla düşünceler arasındaki denge; pride and prejudice başkaları hakkında çok çabuk yargıya varma; emma yetişkinliğe adım atış, persuasion hayatta insanın karşısına çıkan ikinci şanslar olarak özetlenebilirken, mansfield park kolayca tanımlanamıyor, papazlığa atanma (edmund yakındaki kasabanın papazlığına hazırlanıyor) hakkında mı, kölelik hakkında mı, yoksa görünenle gerçeklik arasındaki fark hakkında mı? Bunların her biri ve hepsi hakkında demek mümkün.
uzattım iyice, diger jane austen romanlarından özellikle de pride and prejudice’dan etkilenerek, bu kitaptan da öyle bir romantizm bekleyenler (bkz neo) hayal kırıklığına uğrayacaklar ama o dönemin atmosferini, baloları, sosyeteye takdim törenlerini vs okumak da beni keser, hem şu mrs norris’i de merak ettim derseniz okiyin derim. Yoksa bayabilir, benden söylemesi.
Neocuğum,
YanıtlaSilBen bu kitabı okumuştum, güya!
Şimdi senin kaleminden okuyunca güya dedim, tabii ki. Senin tanımlamanla karakterlere bakmak ve gözlemlerini okumak, çok eğlenceli oldu.
Romantizm beklerken iç bayılmasına garkolmak ise, çağımızın hastalığı olabilir.
Bana öyle geliyor ki, o zamanlar romantizmin -r- ve -o- harfleri insanın ayağının yerden kesilmesini sağlıyorken, biz şimdi romantizmin karesini alsak bile tatmin olamıyoruz.
Reklamlardan alıştık ya, daha daha daha denilmesine, ondan mıdır, nedir?
Fekat hemşirem, derim ki, yine de Colin Firth kılığında zuhur eden Mr. Darcy'nin üzerine Jane Austin karateri ta-nı-mam!
:P
Hii, bak ne yazmışım?
YanıtlaSilAdama krater filan diyecem, nerdeyse!
"Karakter" o karater diil!
:))
Mansfield Park'ı okuduğumda Fanny Price hakkında benim de böyle yazasım gelmişti . Fazlasıyla ezik kadın karakterlerden. "bana eski türk filmlerinde genelde hülya koçyiğit'in canlandırdığı, evin kızları tarafından hep hor görülen, taşralı kızı hatırlattı." tanımlamasına bayıldım. Austen'ın tartışmasız en kötü kitabı bence, tartışılacak tek yanı bu kadar boş bir karakterle kitap nasıl bu kadar uzatılabilmiş.
YanıtlaSilekmekci kız,
YanıtlaSilben bu satırları yazarken sen tatillerdesin, dönüşte aklına gelir mi bakmak bilmem..
romantizm meselesinde diyorum ki, bi kere bizi romantiklik beklentisine sokan jane austen'ın bizzat kendisi, insan önce gurur ve önyargı'yı okuyunca, fanny'den de benzeri bi performans bekliyor haliyle. fekat fos cıkıyor bu beklenti.
ben de mr darcy diyorum, başka da bi sey demiyorum :)
...
ludmilla,
aynı fikirde birilerinin olmasına sevindim dogrusu, bi ara yazarken "yahu çok mu sert oldu, haksızlık mı ediyorum, aslında iyi kız ya" diye yumuşayacak olduydum ama yok...
diğer romanlarını da okumalı, bence de fanny kadar sıkıcı birileri yoktur kesin.