takımdan ayrı düz koşu



efenim, yine dolu dolu bir hafta sonunun ardından birlikteyiz. neler neler yapılmadı, o buzz gibi cumartesi günü soğuk moğuk demeden kadıköy'lerde dolaşarak başlayan gün, gecenin bir yarısı "wii" denilen süper sonik bilgisayar oyunu platformu üzerinde, kayakla atlayış deneyişim, tabii ki beceremeyişim ve de ekranda koca bir kartopu içinde kendimi pistin sonunda buluşumla sona erdi. ama durun herşeyi baştan anlatayım. cumartesi öğlene doğru burnum, artık açık kalmış musluk misali akmaya, burun kenarlarım silinmekten tırtık tırtık olmaya yüz tutmuştu ama olsun, kadıköy'de, chibo, çiya, nezih kırtasiye, ada kitabevi, alkım kitapçısı turunu kaç haftadır atamadık diye yerimde duramaz olduğumdan yollara düştük. kahvaltı erkenden edildiğinden hafiften acıkılmıştı kadıköy'e vardığımızda. "bambi candır" deyip kendimizi bambi'ye attık, hem biraz ısındık, hem dilli kaşarlı tostla kadıköy turumuza leziz bir başlangıç yaptık.

sonrasında chibo'ya ugrandı, pek güzel bir battaniye vardı ama "daha karşıya geçip capon kültürüyle haşır neşir olacağız, taşıyamayız" deyip almadık. su geçirmez duş radyosu -mutfakta kullanıcam ama olsun- biraz kahve alıp çıktık. sonra ver elini nezih kırtasiye, bu ara ecnebilerin "crafting" bizim "el işi" dedigimiz seye sardırdığımdan evde yapıştırıcı vs bitmisti, onları aldık. birkac sahaf dolaştık ki zaten birkaç tane kalmış, güzel simenon'lar vardı fekat kitap almaya bir süre ara verdiğimden kendimi tuttum. önce evdeki yığınları bitirmem -hadi o kadar iddialı bir hedef olmasın- birazcık azaltmam lazım. akmar pasajında plak, 45'lik vs. satan bir yerde epey vakit geçirdik, bir süredir pikap almaya niyetleniyoruz, bizi gaza getirsin diye bir petuna clark 45'liği aldım. kasetler vardı, tanesi 50 kuruş muydu neydi, hey gidi!


plakçıdan dönerken sahaflardan birinde "irmik oğlan" diye yunanlı bir yazarın oyununu buldum, adı hoşuma gitti aldım. öyle bi kenara atılmış duruyordu, almasam yıllarca duracakmış gibi bir hali vardı... sonra yine bir kadıköy klasiği olarak çiya'ya gittik, adını sonradan asla hatırlayamacağımz nefis yemekler yedik. yan masada epey yaşlı iki kadın oturuyordu, biri garsona "evladım bu güzel yemeklerin tariflerini yazan bir kitap var mı?" diye sordu, garson da gülerek, "teyze tarif kitabı yok ama tarihlerini anlatan dergimiz var" diyerek "yemek ve kültür" dergilerinin durduğu rafı gösterdi. şahane dergiler bunlar, aslında her sayıda birkaç tarif de oluyor ama yapılası değiller pek, yöresel bir yemek tarifi veriyor mesela, malzemelerin içinde şöyle şeyler oluyor: kendi sağdığınız ineğin sütü, yeni yumurtlamaya başlamış tavuğun 7 yumurtası, inek memesi, ejderha kuyruğu (abarttım tamam) vs. tam biz şehir insanları için :)

çiya'dan sonra hem kitaplara bakalım hem kahve içelim diye alkım'a gittik, acayip kalabalıktı, kahve dünyasında güç bela yer bulduk ve de nicedir denemek istediğim çikolata-çilek fondüyü nihayet yedim. pek leziz, pek güzeldi. haydi ordan kalktık vapurla beşiktaş'a geçtik, 2010 türkiye'de japon yılıymış, o yüzden yıl boyunca bir sürü etkinlik düzenleniyor, cumartesi-pazar da g-mall'da japon filmleri vardı. biz kimse yoktur bu soğukta rahatlığıyla gittik aa ortalık bizim gibi japon kültürü hastası insanlarla dolu ve tabii japonlarla... "yarının hatıraları" diye çok güzel, hüzünlü bir film izledik, 40'lı yaşlarının sonunda alzheimar'a yakalanan, erkenden emekli olmak ve evde vakit geçirmek zorunda kalan, giderek etrafındakileri tanımaz hale gelen bir iş adamını anlatıyordu.. adamın karısı işteyken evde tek başına, pencereden bakarken kar yağdığını fark ederek sevindiği sahne kaldı aklımda en çok. bir de karısını tanımamaya başladığında adını sorduğu, kadının da gözyaşları içinde tıpkı yıllar önce yaptığı gibi adını söyleyip, anlamını açıkladığı sahne.. filmden sonra ya bu japonlar niye hep hüzünlü filmler yapıyor diye kafa yorduk biraz, komik japon filmi izledik mi hiç dedik mesela ama birlikte gittiğimiz arkadaslar da bulamadı. ya korku ya hüzün, capon arkadaslar öyle işte.



çıktığımızda bir baktık kar atıştırıyor hafiften, hava soğuk, karnımız aç, arkadaşlardan biri hadi bu filmin üzerine bir japon yemeği yiyelim dedi, baktık herkes hevesli, japon-çin yemekleri yapan bi yere gittik, gelsin acılı-ekşili çorbalar, gitsin sushi'ler. öyle her zaman gidilecek ucuz bir yer sayılmaz, kırk yılda bir japon filmi çıkışları için ideal :) ordan da hadi bize gidelim deyince, arkadaşlara takıldık. orda da çay meraklısı ev sahibimiz japonya'dan aldığı eskitilmiş çaydan yaptı bize, 25 yıllıkmış, aldığı dükkanda 100 yıllık olanları bile varmış. tadı yeşil çay gibi ama görüntü itibariyle bildiğin rize çayı. güzeldi. sohbet, çay derken bi noktada eve aldıkları wii denilen bilgisayar oyununu açtılar, görmüssünüzdür belki hani tv'nin karşısında vücut hareketlerinizle oyunu yönlendirdiğiniz alet. bir sürü şey var, yoga, egzersiz, boks, kayak vs. ben önce kayağı denedim, dizlerinizi hafif kırıp hafif öne eğilerek pistteki bayrakların arasından geçmeye çalışıyorsunuz ama ben bir acemi olarak direkt bayraklara bayraklara tosladım. bi yandan arkadaslar "sağa git sola git" diye direktif veriyor, bi yandan ekrana bakıp dengenizi sağlamaya çalışıyorsunuz, zor yani. bir ara şu yazının başında bahsettiğim kayakla atlayısı yaptım ama olmadı. sonradan bir başka oyun daha denememi isteyince, "yok" dedim "siz bağırıp çağırıp kafamı karıştırıyosunuz, ben takımdan ayrı düz koşu yapıcam!" sonradan öğrendim, meğer tanıl bora'nın futbol yazılarını derlediği öyle bir kitap da varmış. futbol klişelerini gündelik hayatta kullanmayı seviyoruz.

evet, bu cumartesi böyle geçti, artık önümüzdeki maçlara bakıcaz :)

7 yorum:

aslı hayvanı dedi ki...

yeşil sahalarda görmek istediğimiz türden bir gün geçirmişsiniz sayın neo :P
kıskandım resmen.

pikap konusunda gaza getiririm getirmesine de, iyi pikap bulmak ööle zor ki 2010 senesinde. benim de babam alzheimer, malum geçmişle bağları daha bir kuvvetli olduğundan birkaç sene önce hararetle pikap istemişti benden. eski frank sinatra'larını çalabilmek için. 'adamın son isteğiyse ya' endişesiyle altını üstüne getirmiştim her yerin de anca ikinci el bişii bulabilmiştim bi yerlerden. zor yani.

nazif dedi ki...

sayın neo çok isabet buyurursunuz pikap konusunda, hemen alın. hele ki ufakken sevdiğimiz albümleri tekrar bulup döndüre döndüre dinlemek gibisi yok.
sayın hayvanı'nın kıtlık var dediğine bakmayın. o gaz ocağı memesi arar gibi manava, teknosaya falan sormuştur pikap var mı diye, ondan bulamamıştır. bilakis 70'lerde olanın yüz katı çeşit var pikap pazarında. insan bakarken cuş-u huruşa geliyor, varyemez amca gibi hepsini alıp başımdan aşağı döksem diyor.

aslı hayvanı dedi ki...

hemen orjinal yurtdışından gelme grease 33'lüğümüzü pikabımızda dönderip eşlik edelim film ve albümle aynı ismi taşıyan şarkıya;

asoma baro meli siiidılayn :D

EKMEKÇİKIZ dedi ki...

Neocum,
Pikap alırsan sana ödünç verebileceğim, 45lik ve 38liklerim vardır, diyerek kışkırtma ekibine dahil olayım.
:))
Ne güzel bir gün olmuş, yahu!
:)

neo dedi ki...

aslı hayvanı,

pek şukela bir yorum olmuş sizinki de, yeşil sahalar felan :)

pikap meselesine gelince, geçtiğimiz ay chibo'da vardı bir model, USB'li felandı ama kaçırdık onu. şimdi kadıköy'de bi yerden bahsetti bir arkadas. önerilere açığım bu konuda. şu model iyidir, aman şunu almayın vs.

...


sayın nazif,

pikap pazarı dediğiniz yerler mevki olarak nerelerdir? koordinatları alabilir miyim? yoksa underground birtakım yerlerde mi satılır bu meret? :)

...

ekmekci kız,

yasasın! bi an önce almalı şu pikabı :)

nazif dedi ki...

bahsettiğiniz çibo marka usb bağlantılı pikabı görmüş ve ziyadesiyle yadırgamıştım "niçün pikap satıyorlar ve kaç tane satabilirler?" diye. hatta bizim oradaki bakkala (fulya real) gelen bir tanenin hala orada olduğuna adeta eminim.
markette satılmayan markaları ise kadıköy çarşısının oralardaki, moda pasajı civarındaki birinci/ikinci el elektronik satıcılarında, anadolu yakasında BL Müzik'te, şehrin muhtelif yerlerdindeki Extreme Audio'larda, Beşiktaş'taki Can Hi-Fi'da, sonracığıma Kalamış Caddesi girişinde olup da adını unuttuğum, Çek malı güzel bir pikap markasını satan (ama suratı sirke satan) mağazada bulabilirsiniz. fiyatları da bütçenize göre üç beş kuruştan zilyar liraya kadar değişir. önce fiyata göre sonra da sıcak yaklaşacağınız markaya göre bir eleme yaparsanız da kafanız karışmadan alıverirsiniz.

neo dedi ki...

nazif bey,

çok teşekkür ederim tüyolar için. usb'li pikaptan bi arkadas almış, eski plaklardaki şarkıları bilgisayara aktarabilecekmiş böylece. bence gerek yok, dursun işte plakta. en kısa zamanda araştırmalara başlıyacağım, zilyar liramız yok ama bakıcaz artık...