donayazmak...



dedilerdi de aslında, akşama kar yağacak diye, jaguar yerine cipimi almalıydım :P ofisten vakitlice çıktım, yağmur yine tepemizde tabiy, dedim aksatmayayım, hem bu havada da kimse yoktur sporuma gideyim. milletin bi akıllısı ben diyilmisim ki salon doluydu. öyle oluyormus, hava kötü olunca randevular, yemek yiyelim planları ertelenince hanımlar fırsat bu fırsattır diye kendilerini b-fit'e atıyormuş. neyse efenim, ölçü zamanım gelmiş, her ay kilonuzu, göbek, kol, popo, bacak ne varsa ölçüyolar ki sipor işe yarıyor mu, arada lüplettiğiniz hain tatlılar gelip hangi bölgenize yerleşiyor ortaya çıksın. neyse endişelenecek bi durum yokmuş ki bu ara yiyip içiyorum da.

elimde spor sonrası elmam, mecburiyetten bir arkadaşımdan ödünç aldığım ve kaybolursa hayatım kayar diye endişelendiğim en az 45 yıllık şahane bir şemsiye, kendimi sokağa attım ki aa yağmur kara çevirmiş! hızlı adımlarla italyan yokusundan tophane tramvay durağına yürümeye başladım. eldivenle elma yemek zor bi şeymiş, kar altında zaptetmeye çalışılan bir şemsiye de işi kolaylaştırmıyormuş! tramvay+motor derken üsküdar'a vardım, karla yağmur arası bi şey yağıyor, minibüse bindim, çamlıca'da mürsel bey yalnız, mama bekliyordur diye telaşlıyım. kuzguncuk, beylerbeyi normal, yani görece normal, sulu sepken bi sey fekat küplüce'den itibaren iklim birden değişmesin mi? lapa lapa tabir ettiğimiz kar, rüzgarla birlikte nasıl savuruyor görmeniz lazım! ilk yolda kalma işaretleri küplüce'den sonraki rampada veriliyor, cipin biri yan dönmüş, kayıyor da kayıyor olduğu yerde, arkada küçük bir konvoy oluştu bile. hadi bizim minibüsten birileri iniyor, sağ yap sol yap yönlendirmeleriyle cipi düzlüğe çıkarıyorlar.

biraz daha gidiyoruz, az ilerde yine yol tıkalı, önümüzde bir belediye otobüsü var, onun önünde arabalar, fekat konvoyun ucu bucağı yok, yolun neden kapalı olduğunu göremiyoruz kardan. minibüs "abi şu alt yoldan gitsene" diyenlerin aklna uyup ara yollara gidiyor ama büyük hata ediyor, ara sokaklar daha beter kar altında, önümüzdeki iki araç bir noktada yokuşu çıkamıyor, hiç bilmediğim yerlerden geçiyoruz, tek katlı evlerin pencerelerinden insanlar bize bakıyorlar. yok önümüzdeki arabalar yokusta kalıyor, biz de. evin oldugu siteye yakın mıyız, nerdeyiz hiç bir fikrim yok, inip yürüsem mi diyorum ama yolu bulamayıp donmayayım ıssız sokaklarda diye vazgeçiyorum. şoför de geri dönmeye karar veriyor, yolun ilk tıkandığı noktaya doğru ilerliyoruz. yol açılmış, bu sefer epey ilerliyoruz, eve varmadan son bir rampa daha var, filmlerdeki gibi "o tepeyi de aştık mı tamamdır" diye geçiyor aklımdan. ama nerdee, tam bir keşmekeşe rastlıyoruz, yokuşta kalmış bir sürü otomobil, yine bir belediye otobüsü, belediyenin kar aracı. şoför yine minibüsü bir başka yola sokmaya niyetleniyor, aman diyorum ben ineyim burda, bilmediğim yerlere girer de kalırsa daha fena. elimde iki çanta, bir antika şemsiye, ayağımda da kara pek de uygun olmayan süet çizmelerle kar altında yürümeye başlıyorum. benim gibi bir sürü insan var, herkes otobüslerden, minibüslerden inmiş yürüyor.

arabayla beş dakikalık yol aslında ama kar altında uzuyor da uzuyor, çizmeler su almaya başladı, binaların olmadığı bir noktadan geçerken rüzgar beni bildiğin önüne katıp sürüklüyor, trafiğin tıkandığı noktadan sonrasında hiiç araba yok, yola yağan kar dümdüz bozulmadan duruyor. yürüdükçe eve sandığımdan daha uzak bir noktada olduğumu keşfediyorum, yediğim elmanın etkisi geçti, midem kazınıyor, yarım paket bisküvi, bi de mandalina var cantamda, olmadı onları yerim, çoraplarım iyice ıslandı, üşüyünce spor sonrası keşke o kadar su içmeseydim diyorum fena sıkıştım çünkü, bir bu eksikti! giderek etrafta insan azalıyor, bir ara koca yolda tek başıma yürüyorum, ağaçların altından geçerken karla eğilmiş dallar kafama iner mi diye tedirginim, sıcacık evde oturup pencereden bakarken ay ne güzel dediğim kar şimdi tehlike ve tehditlerle dolu gözüküyor. bi ara uzaktan köpek havlamaları geliyor, hızlanıyorum. hah işte pazar sabahları simit aldığım fırın gözüktü, yaklaştım demek. eve yaklaştıkça yoldan tek tük arabalar geçmeye başlıyor, kutup ortamından medeniyete çıktım sanki, sitenin bahçesinde çocuklar kartopu oynuyor. işte görmek istediğim kar manzarası, anahtarla kapıyı zor açıyor, kendimi içeri atıyorum. mürsel bey acıkmış, sitemli sitemli söyleniyor. "dur" diyorum, "donayazdım, bekle biraz ısınayım!"


*yazıyı yazarken bir ara şunu hatırladım, gçen yüzyılda kutuplarda keşfe çıkan biri, günlüğüne karda tek başına yürürken sanki birinin ona eşlik ettiğini hissettiğini yazmış. o derin sessizlikte biri onunla yürüyormuş sanki, ne zaman karda yürüsem aklıma gelir, tecrübe etmek ister miyim emin değilim ama ilginç geliyor yine de...

3 yorum:

EKMEKÇİKIZ dedi ki...

Yeryüzünde çeşit çeşit deli divane insan var, Neocuğum.
Bana sorarsan dağ zirvelerini ve kutupları keşfe çıkan insanlar yeryüzündeki en çılgın insanlar!
Eskiden "ben de böyle bir işe kalkışmış olsam keşke" derdim. Şimdi, yine diyorum da onların yaşadıklarını okuyunca, yaptıklarını anlamaya çalışınca vayy diyorum.
Senin kar yürüyüşü maceranın son paragrafı bana bunu düşündürdü, yine.
:))

elektra dedi ki...

:) geçmiş olsun neo'cum. süet çizmeler pek şanssız olmuş hakikaten.böyle durumlarda insanın hedefi yaklaştım sandıkça uzaklaşır ya, kabus etkisi buradan geliyor sanırım.

neo dedi ki...

ekmekçi kız,

kar, kutuplar vs. ararken bir makale gördüm, bloga onu da bir ara yazarım dedim. psikologların "polar maddness" diye bir durum da varmış, uzun zaman karlı bir ortamda, izole bi vaziyette yaşayan insanlarda görülüyormuş, depresyon, öfke, uyku bozuklukları vs. yani kutuplara sağlıklı bi şekilde gitsen de orada kafayı yemek mümkün :)

...

elektra,

teşekkür ederim. rüzgar karları savurdukça ev de uzaklaşıyordu sanki. bi ara abartıp ayakparmaklarım donmuş olabilir mi acaba diye panikledim :) saçma tabii, sanki dağ başında yürüyorum!