gaste maste



- madrid seyahatinden beri günlük gazete okumuyorum, abuk subuk okuduğum köşe yazarlarını da bıraktım. giderken uçakta ne kadar gazete varsa okumuş kendime sonunda bu fenalığı da yapmıştım. sanırım bu bir tür dönüm noktası oldu. şimdi medya haberleri veren sitelere de bakmıyorum, haftasonu bütün gazeteleri alıp ekleriyle hepsini okuyup günümü karartıyordum, onu da yapmıyorum. bir tür haber-detoksunda gibiyim. gündemi uykusuz ve penguen'den takip ediyorum, taksilerde radyoda tesadüfen haberler varsa kulak kabartıyorum, mühim bi şey var mı diye. arkadaşlara söyledim, ilgimi çekebilecek haberleri yolluyorlar bana, "bir yıl boyunca durup bozulmamış hamburger" mesela.. ha bir de zaytung.com var, o da süper, gündemi bir köşesinden illa ki yakalıyorsunuz ("savcısı önce biten taraf kaybedecek" haberi müthişti! ne var bunda, bir sürü insan böyle yaşıyor zaten, gazete, dergi, haber vs. hak getire diyebilirsiniz, ama yok benimki başka bi durum. ilkokuldan beri gazete okurum ben, kahvaltı sofrasında gazete okuma kavgası çıkan bir evde büyüdüm, ablam ve babamla paylaşamazdık gazeteleri (günaydın vardı o zaman, onun eki saklambaç bir de, milliyet'i sevmezdim arka sayfasında spor olurdu, sıkıcı bulurdum, hürriyet illa ki alınırdı), annem kahvaltı masasında okunmasına ifrit olur (yüzünü gazetelere gömmüş üç tane tip, haklı kadın!) bazen elimizden çeker alırdı. üniversitede yazı-çizi işlerini içeren bir bölümde okuyunca, haber hayatımın bir parçası olmakla kalmadı, işim haline de geldi. sonra iş değiştirdim, yine gündemi takip etmem gereken bir iş yapıyorum ama bir sürü e-mail grubuna üye olduğumdan ilgili haberler, metinler geliyor hergün. bütün gasteleri okumak, habire medya haber sitelerine bakmak çok manasız bir işti. bıraktım. en azından şimdilik. geçen sandaletli seyyahın sitesinde de gördüm, o da uçakta bütün gazeteleri "hayattan bıkana kadar okuyup" gazete okumayı bırakmış. yalnız diyilmişim :) baktım çer çöp okumayı bırakınca daha fazla kitap okur oldum, haftasonu her fırsatta elim kitaplara gitti, birini bitirip diğerine başladım. bloglarımla, mizah dergilerimle, arasıra baktığım daily mail'in magazin sayfalarıyla mutlu mesut yaşıyorum bu ara. bir noktada elime yine gazete alacağım tabiy ama bir süre daha böyle gitsin diyorum bakalım...


- haftasonu erden kral'ın vicdan filmini izledim, enteresandı. zeki demirkubuz'u hatırlattı, "3. sayfa" "masumiyet" tadı vardı biraz. "cloverfield" diye tuhaf bir felaket filmi ve de "proposal" diye sandra bullock'lu, nefis alaska manzaralı bir romantik komedi izledim ayrıca. son dönemde izlediğim romantik-komedilerin komedi kısımları nedense pek bir ihmal edilmiş oluyor, bunda da öyleydi. sandra bullock'un en kötü kadın oyuncu dalında altın ahududu aldığı filmi de (all about steve) uçakta izlemiş idim, amerikan haber televizyonculuğuyla dalga geçtiği bölümler dışında epey kötüydü. bu arada kadının birkaç gün sonra da en iyi oyuncu oscarını alması, kaderin cilvesi değildir de nedir a dostlar? bir de oscar laneti diye bir şey varmış, oscar aldıktan sonra genelde evlilikleri, ilişkileri çatırdıyormuş oyuncuların, sandra bullock'un evliği üzerinde de ihanet karabulutları dolaşıyormuş, kate winslet de kocasından ayrılmış zati, bu da oscar laneti yüzünden olmuş. (neo the dedikoducu :)

-kitaplara gelince, talisman'ın sayfasında görüp nicedir kitaplıkta sırasını bekliyen koleksiyoncu'yu okudum, büyücü'nün ve fransız teğmenin kadını romanlarının hastası olmuştum, bu da pek güzel idi. klostrofobik bir kişi olduğumdan kızın kapalı kaldığı odayla ilgili bölümlerin üzerimde güçlü bir etkisi oldu. sonra alışılmışın dışında bir polisiye okudum, romanın kahramanı komşunun köpeğinin katilini bulmaya çalışan asperger sendromlu otistik bir çocuktu, sonra dedim çocuk dedektifli bir alper canıgüz romanı yok muydu? kim önce yazmış diye edebiyat dedektifliğine soyunacaktım haftasonu unuttum, baktım şimdi aynı tarihlerde çıkmış kitaplar, boşuna kıllanmışım.

-perihan mağden'in ali ile ramazan'ını okudum, tahmin edeceğiniz gibi sert bir kitaptı, bana nedense " yok öyle olmamıştır" duygusu verdi, yani bütün o şiddet, cinsellikli kısmı değil de iki aşık arasında yazarın kurguladığı bölümleri inandırıcı bulmadım, ha şart mıdır inandırıcı olması, yoo...

-şimdi füruzan'ın öykülerini okuyorum, 80'lerden kalma "kuşatma" diye eski bir kitap, çok da hoşuma gitti. oldum olası severim zaten füruzan'ı. parasız yatılı'yı yıllar önce okumuş, çok beğenmiştim. kadınların esamesinin okunmadığı mağden'in kitabından sonra kadınları anlatan kadınların olduğu bir kitap iyi geldi.

- bahar geldi gibi oldu, tez vakitte eminönü çiçek, toprak, tohum seferine çıkmak icap eder. balkonlara sardunya lazım, kedilere kedi otu yetiştireyim diyorum, kurusuna bayılıyorlar, tazesini de severler herhalde. aranızda kedi otu yetiştiren var mı evde? ipuçları alsam?

5 yorum:

EKMEKÇİKIZ dedi ki...

Mişa evdeyken kedi otu yetiştirirdim. O da çok severdi.
Pet maması satan yerlerde bulunurdu, benim yetiştirdiğimin. Tohumu, toprağı hazır bir paket, alır, açar ve sularsın, bir haftaya kalmaz otlar çıkar. Arada sulamakla, uzun süre işe yarar. Öneririrm.

Gazete okumak faslına gelince, ben de okumayı tamamen bırakmadıysam da en aza indirdim, günde yaklaşık on-onbeş dakika. Bir de, artık TV'de sabah haberi bile izlemez oldum.
İkrah geldi, derler. Öyle!

JoA dedi ki...

ali ile ramazan'ı ben de okudum geçenlerde. köşe yazılarını ve okuduğum birkaç kitabını çok beğenirdim perihan mağden'in. ama bu kitabı bitirince "bunun için mi bekledik yav?" diye düşündüm. sosyal yara vs tamam da, gazete ya da dergi de okuyabilirdim yani bunun yerine. gerçi ben de epeydir doğru dürüst gazete okumuyorum ama:)

neo dedi ki...

ekmekçi kız,

eminönü'nde görmüştüm geçen yıl, demek kolay diyosun yetiştirmesi? yarın alayım, bu hafta içinde ekerim, toprak, saksı var nasıl olsa.

dünyaya bizim gibi bakan, yalnızca kötü şeyleri değil iyi şeyleri de gören bir haber anlayışı istemenin naiflik olduğunu biliyorum aslında ama yine de gönlümden şöyle içim sıkılmadan okuyabileceğim bir gazete olsa diye geçmiyor diyil.

...

joa,

köşe yazılarını ben de beğenirdim ama iki genç kızın romanı'ndan sonraki kitabını okumamıştım, önceki romanları güzeldi evet. ali ile ramazan aceleye gelmiş gibi, atlıyor sıçrıyor metin, dediğin gibi gazete-dergi ayarında olmuş. truman capote'nin soğukkanlılıkla'sı geldi aklıma okurken, ne incelikli bir suç romanıdır! o ayarda bi şey çok yakışırdı ali ile ramazan'n hikayesine.

uykusuz'da görmüştüm galiba, "tatile çıkıp plajda manasızca gazetelerin bölge eklerini okumak istiyorum" diyordu biri, ben de öyle istiyorum ehehe

daha bahar yeni gelmiş, tatil istemek de acayip oldu diy mi?

JoA dedi ki...

öyle demeyin rica ediciiiim, istemenin nesi acayip? biz plan yapmaya bile başladık. hatta rezervasyon görünüyor ufukta:)

neo dedi ki...

yani ne bileyim, erken gibi geldi tatil hayali için ama bi yandan da heryerde erken rezervasyon reklamları var. benim gönlümden geçen yıl gidip üç gün kalabildiğim bozburun'da bir hafta-on gün geçirmek, pansiyonun dibinden denize girmek, bol bol kitap okumak, yemek ve de içmek geçiyor. hiiç öyle, ay gece çıkalım, eğlencemiz bakalım tatili istemiyorum.