Hiç yaşamadığın bir hayata nostalji duymak…


Bu ara kitap okuma konusunda maşallahım var. TV izleme saatlerini azaltınca oluyormuş, birkaç gün içinde iki kitap bitirdim. Gerçi biri ince bir öykü kitabıydı ama olsun. Ahmet Büke sevdiğim bir yazar, Kumrunun Gördüğü kitabını da bir heves aldım ama pek sevmedim bu seferki öykülerini. Tamam karanlık yazıyor, seviyoruz ama bu kitapta bir başka karanlık ve karamsarlık vardı, bir de fazla dağınık geldi. Ahmet Büke okuyayım diyorsanız, İzmir Postasının Adamları kitabıyla başlayın derim.

Öbür kitap, gerçek yaşamdan bir kesit anlatıyor. “Film Kulübü”, ergenlik dönemindeki oğluyla iletişim kurabilmek için birlikte film izlemeye başlayan bir babanın hikayesi. “Okul yok. İş yok. Sorumluluk yok. Sadece haftada üç film izlenecek”. Şahane bir fikir, film seçimleri de güzel. Kolay okunuyor, özellikle evde bir ergen varsa tavsiye edilir :) Bir de kitapta çok uzun yıllar önce izlediğim (işte şimdi bir dinozor olduğum ortaya çıkacak), hayal meyal hatırladığım Walton Ailesi’nden bahsedilmesi hoşuma gitti. Hani şu yanağında beni olan Küçük John’un oynadığı, çok çocuklu bir ailenin hikâyelerini anlatan, herkesin uyumadan önce birbirine “iyi geceler küçük john, iyi geceler elizabeth, iyi geceler arçibıld, iyi geceler baba vs” dediği dizi. Kitaptaki baba-oğul, Walton Ailesi’ni de izliyorlar birlikte ve baba, dizinin başarısını şu cümleyle özetliyor: “Hiç yaşamadığın bir hayata nostalji duymanı sağlamayı başarıyorlar.”

Baba-oğul, Fransız Yeni Dalga’dan İtalyan Yeni Gerçekçilik Akımı filmlerine, Rezervuar Köpekleri’nden Rıhtımlar Üzerinde’ye bir sürü film izleyip, üzerine konuşuyorlar. Baba, bir yerde “İnsanlara film seçmek riskli iştir. Bir bakıma mektup yazmak gibi insanı ele veren bir şeydir. Düşünce tarzınızı sergiler, sizi neyin etkilediğini sergiler, hatta bazen dünyanın sizi nasıl gördüğüne dair fikrinizi bile sergileyebilir.” diyor. Bence de öyle, buradan film önerirken bazen şüpheye kapıldığım oluyor, “yaa ben çok beğendim ama ya beğenmeyen olursa” diye… Gerçi bu ara film yazdığım da yok ama neyse.

Ve de son olarak, ne zamandır bir kenarda beklettiğim Moby Dick’e başladım nihayet. Gayet güzel gidiyor. Galiba sonunda “niye bunca yıldır okumamışım, hayret” diyeceğim. Bakalım…

3 yorum:

serpil dedi ki...

Küçük John muydu şiir yazan?
Çok merak ettim Film Kulübü'nü, okumam lazım.
İyi geceler Neocum :))

EKMEKÇİKIZ dedi ki...

Ah, ben bu diziyi çok severdim! Nasıl da iyi insandı küçük John, ideal ötesi...
Yok böyle insanlar gerçek hayatta, bizi bu dizi romantizmi mahvetti!
;)

neo dedi ki...

serpilciğim,

şiir mi yazıyordu, günlük mü tutuyordu tam hatırlamıyorum ama onun gözünden anlatılıyordu hikayeler sanırım.

film kulübü hoş bir kitap, birkaç yerde "çeviri çapağı" var, ama takılma. ergenlerle başa çıkmanın :) yanısıra bir sürü film ve yönetmenle ilgili enteresan bilgiler var.

***

ekmekçi kız,

doğru diyosun, fazla idealize edilmiş karakterler vardı çocukken izlediğimiz dizilerde... iyiler ve kötüler kesin sınırlarla çizilmiş, genelde kötülerin cezasını bulduğu bir ahlak dersiyle biten türde. halbusi günümüz dizileri öyle mi ya? bir seri katil (dexter) yakalanmasın diye yüreğimiz hopluyor, huysuz doktor house zekice laf sokmalarla birilerini terslediğinde pek bir hoşumuza gidiyor, hep bi grilik, hep bi anti-kahramanlık teması. zamanın ruhu bu olsa gerek. (analizimi de yaptım iki dakkada peeh! :)