Babushka, matrushka, maydan…



Otelleri seviyorum. Geçici de olsa odada kurulan düzeni: birkaç parça giysi dolaba girer, kozmetikler aynanın önüne yerleşir, pencereden görünen manzaraya bakılır. Mini bar kontrol edilir, hmm banyoda ne var ne yok, her zamanki minik şampuan, krem vs. sürpriz yok, viyana’da bir otelde plastik sarı ördek vardı şampuanların yanında, hemen souvenir olarak bavula atıldı tabiy :)

kiev’deki otelin sürprizi odalarda duvardan duvara halı yerine ahşap parke döşeme ve sade bir kilim olmasıydı. Oh be dedim, keşke başka otellerde de böyle olsa! Hiç sevmiyorum ağır perdeler, duvardan duvara halılar, ağır yatak örtüleri… hayır öyle hijyen manyağı, titiz biri de değilim ama şu saydığım şeylerin hiç temizlenmedikleri fikrini atamıyorum kafamdan ve rahatsız ediyor beni. O yüzden sevdim Kiev’deki oteli, şehir merkezinde olması da hoşuma gitti, hele bir de cuma sabahı kar sessizliğine uyanıp, pencereye koşup yanılmadığımı görmek, bildiğin mutlu hissettim kendimi. İnsan çoğu zaman mutluluk anlarını içindeyken takdir edemez ya, bu sefer öyle olmadı. Bak dedim, unutma bunu, ihtiyacın olduğunda hatırla, bir sabah uyanıp pencereden baktın ve şehir karlar altındaydı, az şey değil bu…

Bu sefer sonundan başladı geleneksel neolitik hanım seyahat izlenimleri. Cuma gününden flashback’lerle devam edelim:

-giderken bir Ukrayna havayolu şirketi olan aerosvit’le ile uçtum. şaşırtıcı ama vaktinde kalktı. Uçak da boş sayılırdı, yanımda kimse oturmadı, rahat rahat yayıldım. Uçuş rahat geçti, fazla sarsmadı, en güzeli yemeğin sonunda hostesler bildiğiniz demleme çay servisi yaptılar yahu, hem de “çay” diyerek! Ha dedim, doğru ya Ruslar da öyle diyordu. Sonradan bizi davet eden Gürcü arkadaşa anlatınca, o da aynı havayoluyla uçtuğunu, o uçuşta da hosteslerin yemek sonrası elma dağıttığını anlattı :) yaratıcı bir ikram anlayışı.

- uçak zamanında kalktı diye erken sevinmişim, havaalanında tek bir gişe önünde upuzun pasaport kuyruğunu görünce eyvah dedim, saatler sürecek çıkmam! Ermenistan’da olduğu gibi burda da kocaman şapkalı polisler vardı, post-sovyet ülkelerin olayı bu galiba. Neyse, 45 dakikalık bir bekleyiş sonrası çıkabildim, hemen şehir haritalarından aldım, hava soğuk olacak korkusuyla gittiğimden eldiven, atkı ne varsa giyip dışarı çıkmaya hazırlandım. A bi baktım, kapıda üzerinde adım yazılı kartonla bekleyen biri! Ehem, hoşuma gitmedi diyil, yurt dışında genelde ya metroyla ya da havaş benzeri şeylerle şehir merkezine gitmeye çalıştığımdan hoş bir sürpriz oldu.

- otel şehir merkezindeydi, yemekleri güzeldi, hele o puf puf ekmekleri! Nicedir yemediğim kadar ekmek yedim, lakin internetin ücretli olması sinir bozucuydu. Yani buradaki otellerde sebil gibi kullandığın bir şeyin saatine 6.5 dolar istemeleri insafsızcaydı. Arada kullanmak zorunda kaldım tabiy.

- kiev’de yemekler genel olarak lezzetliydi, bol mayonezli salata sosları, kremalı çorbalar vs. bir de meşhur bir tavuk yemeklerinden tattım, “chicken kievski” dedikleri. Özetle tavuğun göğüs etine, çeşitli otlarla tatlandırılmış bol tereyağını doldurup, bir tür köfte yaparak kızartmışlar. Ağır fekat lezzetliydi valla. Tatlılar bildiğimiz kremalı, çikolatalı pastalar. Yalnız kahvaltıda içi muzlu ve kuru üzümlü bir krep vardı, o enteresandı, evde de denenebilir diye düşündüm.

- program yoğundu, hava da dörtte kararmaya başlıyordu, şehri ancak öğlen aralarında ve bir sabah toplantıdan önce erken kalkarak biraz dolaşabildim. Yerlilerin “maydan” dediği şehir meydanı iki dakka uzaklıktaydı, orayı gezdim, yol üstünde bir market bulup Kievlilerin ne yiyip ne içtiğini tetkik ettim. Haşhaşlı ekmek, çörek seviyorlar, ekmek rafında torbalar içinde haşhaş tohumu satılıyordu. Her şey kiril alfabesiyle yazıldığından neyin fiyatı kaç hrivna bi türlü anlayamadım ama yine de her yurtdışı seyahatinde olduğu gibi memleketimizde olmayan çay çeşitlerinden, yerel bisküvilerden falan aldım.

- şehirden aklında ne kaldı deseler, cevabım çok net: kiliseler. Mevsim yaz olsa eminim bir sürü gezilecek yeri vardır ama hem hava çok soğuk (ellerim dondu fotoğraf çekicem diye, iki çorap fayda etmedi, parmaklarımı hissetmez oldum fazla yürüyünce vs) vakit de kısıtlı olunca maydan’ı, yakınlardaki iki kiliseyi ve de havalanı yolunda nehir kıyısını görebildim. kiliselerdeki renk çeşitliği, altın kubbeler gri gökyüzünün altında çok etkileyici görünüyordu. Fotoğraflardan da anlaşılacağı üzere bol bol onları çektim.

- kiev bana turist dostu bir şehir gibi gelmedi, bi kere Latin harfleriyle tabela falan yok ortada, biraz daha kalsam Kiril alfabesini sökerdim gibi geliyor. Otelde de İngilizce bilen pek kimse yoktu. Son gün hediyelik eşya satan yerdeki kadınla Rusça bilen bir başka türk’ün yardımıyla anlaşabildik. Şu meşhur matruşka bebeklerden aldım, bir de genelde slav ülkelerindeki kadınların taktığı canlı renklerde, allı güllü, geleneksel eşarplardan aradım ama hiçbir yerde yoktu. Babushka diyorlarmış bu arada o eşarba. Galiba onu takan yaşlı kadınlara babushka deniyor. Kulağa ne güzel gelen bir kelime!

- toplantıda post-sovyet ülkelerden katılımcılar vardı, yalta, odessa, sivastopol adları havada uçuşunca tarih derslerinden, “Rusların sıcak denizlere inme emelleri”, “odessa ve sivastopol’u bombalayan yavuz ve midilli gemileri” aklıma geldi :)

-bahsetmişimdir, Sovyet dönemini, Demir Perde’yi, Soğuk Savaş’ı anlatan filmlerin, romanların hastasıyım. Rus aksanlı İngilizceye doyduğum bu seyahatte bol bol o dönemle ilgili sohbetler oldu. ah efendim nerde o eski daça’lar vs :)

- son bir enteresan bilgiyle bitireyim, otel odasında bir sürü evlilik ajansı ilanı vardı. Ukrayna bu işi bayağı bir ticaret dökmüşe benziyor. Bir de kızlar gerçekten güzeldi, hiç kıvıramıycam valla, boy pos, kaş göz.

- 20 derece civarında bıraktığım istanbul’a kievden peşimize takılan kar ve soğukla geldim. Bu sefer thy idi uçak, hoş geldiniz diyen hostesleri görünce, oh be dedim, evde olmak gibisi yok! 

fotoğraflar için tıklayın

5 yorum:

EKMEKÇİKIZ dedi ki...

Binalardaki yeşil ve özellikle mavi renklere bayıldım. O gri binaların yeknesaklığını kaldırıvermiş.
:))

Şu alttaki posttaki link çok hoş.
Sen yoksun diye kimse o sıra gelip yazmamış!
;)

müzi dedi ki...

ne güzel yazmışsın kiev'i. kahvemin yanında çok güzel gitti, sağol:) fotoğraflara da baktım tabi, binalar çok hoş, yalnız havanın o kuru soğukluğu fotoğraflardan da hissediliyor. ve evet, nerden dönersen dön, eve dönüşler hep güzel :)
sevgiler.

Ebru dedi ki...

Ev gibisi yok. Ama gezmek yeni yerler görmek de güzeldir. Resimler çok. Güzel resimler makinamın bozukluğunu hatırlatsa da:)
ve çok hoş anlatıyorsunuz sanki ağır ağır ellerinizi de oynatarak anlatır gibi.

neo dedi ki...

ekmekçi kız,

kaç gündür yorumları bile cevaplayamadım, işler yoğun, sıra bloga gelince bi üşengeçlik, bi bahanenin bini bir para olma hali...

neyse, kiev'deki binalarda renk kullanımına ben de hasta oldum. hiç aklına gelmeyecek tonlar var cephelerde, kışın soğukluğu ve renksizliğini bir nebze kırmak için olabilir mi acaba?

ve de solak kedi, şahane bir web sitesidir kendisi. arkadaşım yapıyor diye söylemiyorum ha, başka biri de yapsa okurdum sık sık.

...

音楽,

teşekkür ederim, beğendiğine çok sevindim. fotoğraflardan pek memnun kalmadım aslında, makine tuhaf bir ayarda kalmış, çekerken fark etmemişim, bazılarının ışığı, rengi bi acayip.

ev candır :)

sevgiler

...

nehir ida,

"ne güzel anlatıyorsunuz demişsiniz ya, çok hoşuma gidiyor arada sırada böyle şeyler duymak. yazmaya devam etmek için teşvik edici oluyor.

Ebru dedi ki...

Etmelisiniz:)