"...Karısının solukları düzenli bir ritm alıyor. Henry kıpırdamadan yatıp uykuyu bekliyor. Günümüzün standartlarına, ya da herhangi bir standarda göre Rosalind'le sevişmekten bıkmaması sapkınlık, tıp hiyerarşisindeki cömert mantık yoluyla önüne çıkan fırsatlardan ciddi olarak yararlanmaya kalkışmaması da öyle. Ne zaman aklına sevişmek gelse Rosalind'i düşünüyor. Bu göğüsler, bu dil, bu kucaklayış. Başka kim onu böyle bilerek, böyle içtenlikle ve kışkırtıcı mizahla sevebilirdi, ya da kendisiyle böyle zengin bir ortak geçmiş biriktirebilirdi. Ömrünün sonuna kadar, yanında böylesine özgür olmayı öğrenebileceği, böylesine kendini ona bırakarak, ustalıkla mutlu edebileceği başka bir kadın bulamazdı. Kişiliği gereği, Henry'i cinsellikteki yeni deneyimler değil, alışkın olduğu şeyler tahrik eder. Kendisinde uyuşmuş, eksik ya da ürkek bir şey olduğundan kuşkulanıyor. Pek çok erkek arkadaşı kendilerinden genç kadınlarla maceralara girişiyorlar; birbirlerini şikayet bombardımanına tutan karı-kocalar ara sıra sağlam bir evliliği çökertiyorlar. Perowne bunları huzursuzluk içinde seyrediyor, erkekliğin getirdiği yaşama gücü elementinin kendisinde eksik olmasından korkuyor, maceraya girişmek için pervasız ve sağlam bir iştahı olmamasından da. Merakı nerede kaldı? Nesi var? Ama kendisiyle ilgili yapacak bir şey yok. Ara sıra çekici bir kadının soru soran bakışları olursa, donuk ve ölçülü bir gülümsemeyle yanıtlıyor onu. Bu, sadakat, erdem ya da bildiğinden şaşmamak olarak görünebilir, ama her ikisi de değil, çünkü Henry bunu bilerek yapmıyor. Şunların kendisinde olmasını istiyor: sahip olmak, ait olmak ve yinelemek."
***
sevdiğim ingiliz yazar ian mcewan'ın cumartesi kitabından bu satırlar. "bitecek" diye üzüldüğüm, karakterlerin başına kötü bir şeyler geleceğini anladığımda korkarak okumaya ara verdiğim türde romanlar yazıyor. ikili iliskilerin, illa da kadın-erkek degil, baba-kız, kardesler arasındaki iliskileri incelikle işleyen, çarpıcı benzetmelerle dolu kitaplarının çoğu türkçe'ye cevrilmis.
yazar ya kitabın başında yaşanan dramatik bir olayın ardından o olayın kahramanlarını ince ince tahlil etmeye, o olayın yol açtığı yıkımlara odaklanıyor ya da kahramanların gündelik yaşamlarından ayrıntılar anlatmaya başlayıp sonlara doğru meydana gelecek dramatik bir olayı satır aralarında sezdirerek sizi tedirgin ediyor. mcewan'ın kitaplarında ilişkilerin yanısıra bilimsel bilgiler de (beynin yapısı, evrim teorisi vs) ustaca veriliyor. bir baska ingiliz yazar zadie smith, mc ewan için "o bir zanaatkar" diyor. "Anlatımı kontrollüdür, dikkatlidir, az ve özdür; sevişmek ve cinsellik konularını çok güzel ifade eder; bilimsel tasvirlere eğilimi vardır; romanları asla olmaları gerekenden uzun değildir; noktalı virgül içeren tek bir cümle dahi yazmaz. Onu okuduğumda kullanmayı hiçbir zaman düşünemeyeceğim metaforlar, aklıma asla gelmeyecek konular, hiç sahip olmadığım fikirler tarafından çarpılırım."
cumartesi adlı kitabın konusundan bahsetmek değil niyetim, daha çok kitabın kahramanı doktorun karısıyla ilişkileri, doktorun karısı, alzheimerlı annesi, paris'te yaşayan şair kızı ve müzisyen oğlu için hissettikleri etkiledi beni. ilişkinin yıllar içindeki değişimini kendisiyle ya da başkalarıyla kavgaya tutuşmadan karşılamasını, duygularının zamanla tavsamaması nedeniyle kendini diğer insanlardan ayrıksı hissedişini sevdim. gerci yazar romanın kahramanının bu halinin sadakate, erdeme ya da bildiğinden şaşmamaya bağlanamayacağını söylüyor ama ben öyle olsun istiyorum. hayatımdaki insanların değişmesini istemenin de ötesine geçip kitaplardaki karakterler için de hayaller kurmaya başladım. aklımı kaçırıyorum sanırım :)
not: yazarı sevmekle beraber yer yer fazla ingiliz buluyorum, daha dogrusu "tutucu ingiliz". cumartesi kitabında saddam rejiminin kötülüklerinden dem vurup abd ve ingiltere'nin ırak'a girmesini açıklamaya çalışıyor. bir başka kitabında da konuyla direkt katkısı olmadıgı halde pakistanlı bir göçmenin vurduğu polisten bahsediyordu. topraklarında güneşin batmadığı ingiltere'yi özleyen ve geri isteyen bir hali var.
3 yorum:
hımmm... okumamıştım, bilmiyordum. okuyacağım, bileceğim:)) şöyle bir başlayayım dedim yoruma, bak ne kadar derin oldu. çinli feylesoflar gibiyim bugün. dinlenince böyle oluyor. şimdi uyandım. canım deliler gibi dondurma istiyordu. azıcık çikolatalı kalmış...
gerçekten bilmiyordum yazarı. alıntıyı okumaya başladığımda,eyvah! neolitik hanımı şu akrep olma konusunda çok kışkırttık galiba, diye düşündüm. sonra sonra, alıntının harikalığı beni mahvetti. bir de tam sana göreymiş. aslında kim istemez, yani herkese göre:) yıllarca aynı kadınla heyecanını hiç kaybetmeden sevişen bir erkek kadar seksi ne olabilir. (en seksi erkek sevgilisine sadık erkektir:)erkeklerin bütün zaaflarının ya da sosyal yönden beklentilerinin gerçekleşmemesinin, eninde sonunda cinsel bir skandalla sonuçlanması ne kadar sıkıcı. herneyse. doktoru daha iyi tanımak ya da nasıl bir hanımmış ki şu rosalinda (adı bu muydu hanımın:)anlamak için hemen okumak istiyorum kitabı. valla bora'nin dikkati buralara kadar uzanmaz diye şu köşecikte bu kadar rahat yazıyorum. görse, taptaze bir tartışmanın da tohumlarını ekiyorum demektir. ben kaçarak uzaklaşayım.
sevgiler.
endiseli peri,
bu alintiyi yazmak ne zamandir aklimdaydi, akrep olma konusundan epey once not etmistim, kiskirtilma mevzu bahis degil ;)
umarim seversin cumartesi'yi, benim bazen boyle yazilardan sonra heveslenip aldigim kitaplarda hayalkırıklığına uğradığım oldu. ama seversin diye tahmin ediyorum. bakalim...
insanin rahatca yazabileceği bir yer olmali yahu! burayi henuz fark ettigini ben de sanmam. (ya da belki de coktan fark etti, sakliyor :)
neolitik the paranoyak :)
Bora Bey'i bilmem!
İmza: Metin-theDiscoverer
Yorum Gönder