is ve bisküvi kokan kent: Eskişehir

yeni eskişehir

eskişehir


çoğunlukla hava kararmak üzereyken şehre girerdi otobüs. yaklaşık on saat süren yolculuğun sonunda yorgunluğu falan unutup ablamla heyecan içinde camdan dışarı bakardık. sömestr tatili için geliyorsak havadaki is, kömür kokusuna şehirdeki bisküvi fabrikasından gelen tatlı bir koku karışırdı. Bu karışımın sadece doğduğum şehre özgü olduğunu, biraz daha büyüyüp başka şehirleri gördüğümde anladım.

artık trenle gidip geliyorum ve her gidişim daha hüzünlü oluyor… bir kere zamanın ne kadar hızlı aktığını fark ediyorum. Dükkânlar, caddeler hızla değişiyor. Bazen yaşlı akrabaların ölüm haberlerini duyuyorum ya da ağır hasta olduklarını... bu gidişimde çocukluğumdan beri çok severek gittiğim sinemanın yıkılıp yerine alışveriş merkezi yapılacağını öğrendim, yakında geçmişi hatırlatacak pek bir şey kalmayacak etrafta. Tek katlı, avlulu, her bahar canlı renklere boyanan evlerin olduğu eski mahalleler de birer birer apartman bloklarına teslim oluyor.

Neyse ki değişime direnen şeyler de var... Şehrin ortasında Porsuk aynı şekilde akmaya devam ediyor. Çocukluğumda kapısını günde on kere aşındırdığım bakkala girince, deterjan, taze ekmek, seker ve adini bilmediğim şeylerin oluşturduğu o tuhaf, güzel kokuyu hala duyuyorum. Simit fırınından aldığımız kurabiyelerde anneannemin pişirdiklerini hatırlatan bir tat hala var. Eskişehir’in o kendine özgü kış kokusu, giderek hafiflemekle birlikte kasım ayının gelişiyle kentin sokaklarında dolaşmaya başlıyor, kömürle karışık, yağmur, Porsuk ve is kokusu...

İstanbul’dan ne getirdim?
Tabii bir de tren yolculuğu var. İstanbul’dan çıktıktan bir süre sonra demiryolu bir ara denize o kadar yaklaşır ki, bir an gemide olduğu yanılsamasına kapılır insan... sonra Sakarya Nehri'nin üzerindeki demir köprüler... Issız tepelerdeki terk edilmiş istasyonlar… eğer geceyse uyur-uyanık bir halde hızla geçilen kasabalar… şehre yaklaştıkça da bozkırın ortasında beliren birkaç yalnız ağaç...

dört saatlik bir yolculuktan sonra Eskişehir Garı’na girer tren. Eskişehir’de inecekleri az çok tahmin etmek mümkün, çoğu çekik gözlerinden ayırt edilebilecek Tatarlar ya da kocaman çantalarıyla üniversite öğrencileri… istasyonda genelde babam karşılar, hep aynı noktada bekleyerek… hemen elimden bavulumu alır ve çoğunlukla İstanbul’da ve Eskişehir’deki hava durumunun karşılaştırmasını yaparak eve yürürüz. sonbahar ya da kışın gittiğimde genelde kar ya da yağmur yağıyor olur ben indiğimde… “ben getirdim” derim “istanbul’dan, iyi etmiş miyim?”

yemek yemek...
eskişehir’de günler yiyip içerek, tembel tembel yatarak, film izleyerek ve de alışveriş yaparak geçer. İlla ki çiğbörek yenir bir kere, sonra liseden beri değişmeyen adresimiz pino’da hamburgerler, sosis tavalar mideye indirilir, kurtuluş’tan çekirdek alınıp akşamları dudaklar köfte kıvamına gelinceye kadar çitlenir, lalezar pastanesi’nden petiför (bir tür profiterol, bir kere yiyen müptelası olur), köşedeki fırından cevizli haşhaşlı çörek, tanınmış helvacı’dan yaz helvası, madımak pastanesi’nden ekler, karakedi bozacısı’ndan boza (eğer yazsa limonata-vişne suyu) içilir, tatlı dil’de şırayla köfte yenir (bir de eve alıp pişirdiğimiz sucuk köfte var, o ayrı), yine mevsim yazsa pazardan alınan süt mısırlar haşlanır, babamın asma yaprakçısı vardır pazarda yıllardır değişmeyen, ondan alınan yaprakla sarma sarılır… tabii izin günüme bağlı olarak bunların hepsini yapmak her seferinde mümkün olmaz ama Eskişehir yolculuğu genel olarak, envai çeşit tatların devşirildiği bir “lezzet safarisi” olarak geçer.

“E pes yani, sırf yemeye içmeye gitmiyorsun herhalde memleketine” diyebilirsiniz haklı olarak, yok öyle değil tabii ki... dışarıdaki yeme-içme aktiviteleri genelde erkek kardeşimle, kalanı ailece yapılır. Sohbet edilir, babam gazetecilik günlerime gönderme yapan güncel bir sohbet açar mutlaka, annem arada sırada etrafta evlenen, çocuk yapan akraba kızlarından bahseder ama fazla uzatmaz konuyu. Bazen hala orada yaşayan eski arkadaşlarımla buluşuruz, çoğu Ankara ya da İstanbul’da yaşadığından pek kimse de kalmadı.. kalanlarla eski günlerden, okuldayken sık sık gittiğimiz yerlerden bahsederiz, kapandıklarına üzülür, Eskişehir’in ne kadar değiştiğinden şikayet ederiz.

Ve dönüş zamanı gelir, babam ofisteki arkadaşlara götüreyim diye petiför ve haşhaşlı çörekler alır, annem hiç kullanmasam da kenarını oyaladığı yazmaları çantama tıkıştırır (öyle yazmalı, kendisiyle komşuya falan giden bir kızı olsun isterdi sanırım, ben de beni daha çok anlayan bir annem olmasını. Neyse bu derin ve sancılı bir mevzu, girmeyeyim hiç). sonra hep birlikte o güzel istasyondan Haydarpaşa’ya uğurlanırım. Tren bazen hareket etmez, “gidin artık, beklemeyin siz” derim ama yok, dururlar orda, sesimizi de duyuramaz, öyle bakışırız.. tren uzaklaşana kadar uzun uzun el sallarız birbirimize… ben üzerimdeki buruk veda havasını atmak için hemen gazeteleri açarım, ara ara camdan defalarca gördüğüm manzaraya bakarım hiç sıkılmadan. Hem iyi gelir Eskişehir bana, hem de tuhaf bir tat bırakır. İsli, tatlı…

(Fotoğraflar Eskişehir Büyükşehir Belediyesi web sitesinden. Alttaki resimdeki beyaz bina mezun olduğum Atatürk Lisesi)

8 yorum:

elektra dedi ki...

neolitik hanım, osmangazi ortaokulunu bitirip terkettim eskişehir'i. öyle çok ağladım ki ayrılırken. bilinçli tüm ilk anılarım oradadır da. ben bıraktığımda 1. fotodaki gibiydi eskişehir, sonra bir ara yolum düştü, kırmızı toprak ve vişnelikteki evlerimizi bulamadım. kanlıkavağa giderdik pikniğe. bir acılı geline bağlanmış hikayesi kalmış aklımda. zincirli salıncak dediğimiz bir eğlencemiz vardı orada. ilk lunaparkımsı deneyimim. ilkokuldayken bisküvi fabrikasına götürüp gezdirmişlerdi, genzimi yakan mis gibi bisküvileri sıcak sıcak ikram etmişlerdi. :) bunları hatırladım şimdi yine. çok sağol...

endiseliperi dedi ki...

neolitik hanımcım,
dün sabah taa, adana'dan tanıdığım biri aradı. o da eskişehirli. hatta beni ararken arabadaydı ve eskişehir'e de girmek üzereydi. bana eskişehir'in güzel bir şehir olduğunu, çok değiştiğini, o parke döşeli yeni restore edilen eski sokağı filan anlatınca doğrudan senin sitenin adresini verdim. ben biliyorum ne güzel olduğunu işte, diye de ekledim.

bir haftasonu trene atlayıp - haydarpaşa dibimizde bizim- 4 saat güzel bir kitap okuyup, eskişehir'e varabilir, bütün o yazdığın yeme içmeleri yapıp - o bölümü çok çekici anlatmışsın- sonra da geri dönmeyi isterim.
belki yaparız.

ben eskişehir'i çok sevme ihtimali olan insanlardanım.

sevgiler.

gülçin dedi ki...

ne güzel anlatmışsın neolitik hanım, acaba gitsem ne kadarını yakalayabilirim diye düşünüyor insan..

sevgiler

neo dedi ki...

elektra,

kanlıkavak hikayesini duymustum ben de, zincirli salıncakları da hatırlıyorum, bir de kayık şeklinde salıncaklar vardı.

her gidişimde o kadar çok şey değişiyor ki, hala açık bir tuhafiyeci, ayakkabıcı falan görünce çok seviniyorum.

yazının güzel şeyler hatırlattığına sevindim...

neo dedi ki...

pericim,

evet trenle gitmenizi şiddetle tavsiye ederim, istanbul-ankara hattının en güzel bölümüdür eskişehir'e kadar olan kısım. hele kasımda gidilirse, müthiş bir sonbahar manzarası eşlik eder yol boyunca... restoranda çay içersiniz, yemekler de fena degil.

eskişehir'de de bütün o yeme içmeleri de yaparsınız hem de çok ucuza. bir de henüz yazmadım ama hamam keyfi yapmanı da öneririm. insan kuş gibi hafifliyor yahu.

sevgiler

neo dedi ki...

gülçin,

teşekkürler. büyük bir kısmını yakalarsın, yiyecek-içecek kısmı garanti mesela ;)

sevgiler

Adsız dedi ki...

neolitik hanım ,

lalezar pastanesi sahibi olarak size çok teşekkür ederim.Eskişehir ve pastanemiz hakkında yaptıgınız yorum çok güzel ve bizleri mutlu etmiştir.Petifür pastamızdan bu kadar hoş sözlerle bahsetmeniz ayrı bir gururlandırmıştır .Size çok teşekkür ederim ve eskişehir e geldiginizde mutlaka pastanemize bekliyorum ve kendinizi tanıtırsanız çok memnun olurum
teşekkürler

Adsız dedi ki...

aslına bakarsanız adetim değildir bloglarda yazmak ancak eskişehirimiz ve böylesine güzel bir anlatımınız söz konusu olunca yazmak büyük zevk.
atatürk lisesinden mezun, üniversite tahsili için yıllar önce istanbula gelmiş ve hayatını istanbulda kurmuş, bahsettğiniz çekik gözlülerden biriyim. o kadar güzel anlatmışsınız ki eskişehire özgü şeyleri ve duygularınızı, bir an bu yazıyı ben mi yazdım diye düşündüm:)

her gidişimde,evde yemek yemememden kaynaklanacak sitemleri göze alarak bahsettiğiniz yeme-içme noktalarının hepsine mutlaka uğrarım. bunlara eşsiz eskişehir simidini ilave etmek isterim. ne yazık ki artık olmayan, eski otogar karşısında, asarcıklı cad. köşesindeki kebapçı mümin'i anmadan geçemiyeceğim. yeri doldurulamadı:(

yorumları okumadan önce hamamları es geçtiğinizi düşünmüştüm ama sonradan yanıldığımı anladım. çocukluğumun en güzel anılarındandır kış aylarında c.tesi sabahları çok erken saatte babamla "erden hamamı" na gidişlerimiz. maalesef o da bir çok şey gibi yıllar önce tarih oldu ama eskişehirde hamam bitmez:)

eşim ve kızımla birlikte trene binip eskişehire gitmeden bir kaç saat önce yazdığım bu yazıyı eskişehiri anlatarak çok çok uzatmak mümkün ancak sıkılanlar olabilir diye bu kadar yeter diyorum.

bilmem bilirmisiniz? şöyle bir söz vardır: "eskişehirliyseniz sizi tanıyan herkes bunu bilir"

bu sözü doğrularcasına, şehrine olan sevgisini ve duyduğu gururu herkese anlatır her eskişehir sevdalısı...

a.k.