gri bir haftasonu geçirdim. arkadaşlardan aldıgım tatsız haberler, bir türlü yağmayan yağmurun sıkıntısı ve kolilerin arasında ev toparlama faaliyetleriyle geçti. nasıl şanssız bir insansam ben, evde kedi olmadığı halde arka oda kedi kokuyor! sebebi beşiktaş'ta bir plastikçiden aldığım koliler.. adam kolileri dükkanın yanındaki apartmanın boşluğunda depolamış, içeri girer girmez kokuyu aldım ama kutulara sinmiş olabileceği hiç aklma gelmedi. eve getirdim bir güzel, arka odaya koydum, bir vakit sonra evin arka tarafına gittikçe tuhaf bir koku almaya basladım, sonunda anladım ki kolilerden geliyor, bildiğimiz kedi çişi kokusu! camları acıp, odanın kapısını kapadım simdi, sabah kontrol ettim epeyce hafiflemis, insallah icine kitapları koydugumda sinmez üzerlerine! hey allahım, kedi yok ama kokusu var, bu vesileyle bir kedi alayım bari :)
cumartesi günü neil jordan'ın romanı gölge'yi bitirdim, yine güzel bir roman kötü çeviriye kurban gitmiş. “eskimiş” yerine "eski olmuş" gibi ifadeler kullanılmış. fazla takılmamaya çalıştım ama huzursuz edici bir okuma oldu. roman kahramanının nasıl öldürüldüğünü kendi ağzından anlattığı giriş kısmı özellikle etkileyiciydi. sonra da eğlencelik bir şeyler okuyayım diye kitaplığı karıştırıp tom robins'in sirius'tan gelen kurbağası'nı buldum. başlıktaki cümle de o kitaptan. (haftasonu gündemime uyduğu için aldım, arkadaşımdan sonu kötü biten bir güven hikayesi dinledim de..) hırslı ve genç bir borsacıyla, eski bir borsacının birlikte geçirdiği birkaç günün matrak hikayesini anlatan kitapta amerikan ekonomisi, sirius yıldızı, kurbağalar, bowling, kansere çare bulan bir capon vs. bir sürü şey var.. ben en çok parfümün dansı'nı seviyorum robins'in ama diğer kitapları da zevkle okunuyor.
pazar günü bakkaldan dönerken ikea katalogları dağıtan bir çocuğa rastladım, "evim hemen şurası benimkini alayım mı?" dedim, önce tereddüt etti, eve bırakılacak zaten diye, ben de "bazen atlıyorsunuz bizim evi" dedim. ikna oldu ama verirken "benden aldığınızı kimseye söylemeyin sakın" dedi. ben de katalogu gizli bir belge gibi alıp gazetelerin arasına sakladım :) sonra da katalogdan aldığım ilhamla evde kalan iplerden çizgili bir battaniye örmeye başladım. benim battaniyelerim meşhurdur, lisedeki dört kız arkadaş olarak başlamıstık bu battaniye örme işine, bir sürü renk renk kare örüp birleştirerek yapmıştık ilkini. sonra ben devam ettim ara ara, iki kişilik dev bir tane yaptım mesela, hala kullanırım. annemlere ördüm bir tane, dizleri ısıtmak için, nispeten küçük. 2000'e girerken bitirdiğim bir milenyum battaniyem var, üzerinde kozmik şekiller falan yapmıştım. sonra da ördüm bir tane ama epey ara vermiştim. şimdi yeniden başladım, penelope iş başında :)
cumartesi günü neil jordan'ın romanı gölge'yi bitirdim, yine güzel bir roman kötü çeviriye kurban gitmiş. “eskimiş” yerine "eski olmuş" gibi ifadeler kullanılmış. fazla takılmamaya çalıştım ama huzursuz edici bir okuma oldu. roman kahramanının nasıl öldürüldüğünü kendi ağzından anlattığı giriş kısmı özellikle etkileyiciydi. sonra da eğlencelik bir şeyler okuyayım diye kitaplığı karıştırıp tom robins'in sirius'tan gelen kurbağası'nı buldum. başlıktaki cümle de o kitaptan. (haftasonu gündemime uyduğu için aldım, arkadaşımdan sonu kötü biten bir güven hikayesi dinledim de..) hırslı ve genç bir borsacıyla, eski bir borsacının birlikte geçirdiği birkaç günün matrak hikayesini anlatan kitapta amerikan ekonomisi, sirius yıldızı, kurbağalar, bowling, kansere çare bulan bir capon vs. bir sürü şey var.. ben en çok parfümün dansı'nı seviyorum robins'in ama diğer kitapları da zevkle okunuyor.
pazar günü bakkaldan dönerken ikea katalogları dağıtan bir çocuğa rastladım, "evim hemen şurası benimkini alayım mı?" dedim, önce tereddüt etti, eve bırakılacak zaten diye, ben de "bazen atlıyorsunuz bizim evi" dedim. ikna oldu ama verirken "benden aldığınızı kimseye söylemeyin sakın" dedi. ben de katalogu gizli bir belge gibi alıp gazetelerin arasına sakladım :) sonra da katalogdan aldığım ilhamla evde kalan iplerden çizgili bir battaniye örmeye başladım. benim battaniyelerim meşhurdur, lisedeki dört kız arkadaş olarak başlamıstık bu battaniye örme işine, bir sürü renk renk kare örüp birleştirerek yapmıştık ilkini. sonra ben devam ettim ara ara, iki kişilik dev bir tane yaptım mesela, hala kullanırım. annemlere ördüm bir tane, dizleri ısıtmak için, nispeten küçük. 2000'e girerken bitirdiğim bir milenyum battaniyem var, üzerinde kozmik şekiller falan yapmıştım. sonra da ördüm bir tane ama epey ara vermiştim. şimdi yeniden başladım, penelope iş başında :)
12 yorum:
kozmik milenyum battaniyesi:) cok hos.
baska koli bulamaz misin neolitik hanim. kitaplara sinerse koku cok yazik olur.
ben de dun ikea katologlarimi bir arkadasima verdim. zor oldu ayrilmasi:) ama ankaraya da acilacakmis yakinda, sanirim bir yila kadar.
bana da hep figth club'in basini hatirlatiyor ikea. edward northon filmin basinda evini ikea katologuna gore dosemis bir adamdi. yeni cikan herseyi almadikca huzur bulamiyordu. sonu malum, yakti evini. neyse bizlerden uzak olsun, bu da boyle bir ayrinti.
:) bakma güldüğüme, ev taşıma streslerim geldi aklıma da ondan.
öncelikle, kokusuna alıştıysan, yeni evine küçük kedin benden olsun neolitik hanım. benim küçük kediyi biliyor musun bilmem, doğurdu doğuracak, yavrular sütten kesilince ev arıyoruz onlara, ciddiysen ciddiyim yani:)
ikincisi, tim robbins'in ağaçkakan'ı da çokgüzel. ama,parfümün dansı'nın yeri ayrı.
bir de, bazı kitaplarda çeviri beni de kahrediyor. hatırladığım en kötü örnek, 'şaytanın genel tarihi' kitabı. yahu, mevzuu zaten ağır, bir de çeviri berbat, kitap da tuğla gibi, duvara atmakla, bitirmek arasında gittim geldim hep. bitirdim, ama zevk aldım mı? ıııhhhh.
kolay gelsin.
Neocuğum,
Şu battaniyelerini sersen, birer fotoğraflarını çeksen ve de şuracıkta yayınlasan...
Hazır, kış mevsimi zuhur etme eğilimi göstermeye başlamışken belki bize de ilham verir de, biz de bir şeyler öreriz.
Geçen sene kış olmadı, onu pas geçtim de, önceki sene rengarenk koşkollar örmüştüm.
Kolay gelsin, çabucak taşınır ve yerleşirsin umarım.:)
neocum ya, kozmik battaniyelerle tim robbins'ler hoş da, bence gene de kitaplar için yeni koliler bulsan diyorum. kolay gelsin.
not: eski burda'lar geldi aklıma, acayip yün modelleri olurdu orada, rustik mobilyalar ve örgü pofur foşur battaniyeler. hakikaten bir resimlerini koysan ya.
'Guven' icin bence daha iyi bir tanim:
Ihanet etmek ruhsati verdiginize yonelik duygulariniza 'guven' denir.
pelin,
sanırım baska koliler alıcam, kedi kokmayan bir yerden.. ikea, habitat vs her türlü mağazanın kataloglarına bakmayı cok severim. ilginç dekorasyon fikirleri veriyor insana (ha uyguluyor muyum, tabii ki hayır, üşengeçliğin gözü kör olsun!)
bir arkadasım isvec'e doktoraya gitti gecen ay, gitmeden önce ona hans magnus enzensberger'in kitabından "isveç sonbaharı" diye bir yazı göndermistim, ikea'dan da bahsediyordu:
"...Ev özentisiz ve alçakgönüllü bir biçimde döşenmişti, biraz ihmal edilmişe benziyordu; oradan buradan toplanmış sandalyeler, duvarlarda eski afişler, tahta raflarda kitaplar. Tüm eşyalarda belirli bir İkea ruhu. Bizde, Frankfurt ya da Berlin'de genç öğretmen çiftler, radyo oyunu yazarları ve sayısı gittikçe azalan, doktora bursu alma başarısını göstermiş sanat tarihçileri böyle evlerde oturur.
Bu tip evlerde para, prestij, kariyer kokusu yoktur; içim rahat koltuğa yaslandım; ilk seçim sonuçlarını beklerken mukavva tabaktaki füme eti yemeye koyuldum. Federal Almanya'da bir fikir işçisi bu tarz rahat köşelerde, iktidarın oldukça uzağında yaşamaya alışkındır zaten."
fight club'daki ikea'dan ve ikea'ya bakıştan epey farklı bir yaklaşım değil mi?
***
elektra,
kedi konusunu uzun süredir düşünüyorum ama bir süre de daha düşünmeye devam edeceğim sanırım. yeni taşınacağım evde muhtemelen bir kedi olacak zaten (yeni evin ayrıntılarını da yazacağım bir ara, boşluklar bırakırsam peri kızar sonra :)
tom robbins'in ağaçkakanı'nı unutmusum ben, ona da tekrar bakacağım bir ara.. sirius'tan gelen kurbağa kitabından yağmuru tasvir eden bölümleri sectim, ilk yagmurda onları koyacağım sayfaya. bir de mevsimini bekleyen kış şiirleri var, onlar da kar yağınca (yağarsa tabii)..
***
ekmekci kız,
battaniyelerin bazılarını hediye ettim, evde kalanları ilk fırsatta çekip koyarım sayfaya..
gecen sene kıs olmadı ama ben yine de bir atkı örmüştüm. eminönü'nde kürkçü han var ya, her kış oraya bir sefer düzenleyip renk renk yünler alıyorum, havalar soğusun yine gideyim diyorum. tuhaf bir yer orası, bir yanda yüncüler, bir yanda gelinlikçiler..
***
gülçin,
evet evet yeni koliler alacağım, bunları da kağıt toplayanlara veririm artık.
burda'ları ben de hatırlıyorum, ablam oradan etek falan dikerdi bazen..
***
müzmin bey,
sizinki daha spesifik bir tanım olmuş, robbins'inki ise her duruma uyuyor. kitapta da birine güvenden ziyade sisteme güven anlamında kullanıyordu. gerçi kişiler düzeyinde de doğru bence.
sizin tanımda "ihanet etmek ruhsatı vermek" eşittir "birini sevmek" sanırım?
***
bu arada kolay gelsin dilekleriniz icin tesekkur ederim.
neolitik hanımcım,
başlıyorum:
* bahsettiğin, neil jordan'ın gölge'si, altın yayınlarından çıkan mı? başka basıldı mı bilmiyorum. benimki bu. geçen gün okuma programına alayım diye düşünüp vazgeçmiştim. bu yazıdan sonra iyice hevesim kırıldı. belki çok sonra okurum. ben bunu bora2ya ısrarla sipariş vermiştim. sanırım iyi bir eleştri yazısı filan okumuştum hakkında ya da başka bir şey.
* ikea kataloğu sehpanın üstünde. film arasında, reklamlarda açıp bakıyorum tekrar tekrar. ben arçil'e ve atakan'a iki atkı ördüm. dün de kalan ekru rengi kalın iple öylesine başladığım örgü örmeye, ancak ipin bitmesiyle son verdim:) bora akşam dedi ki, battaniye filan örsen, hiç bitmez. ben de aynen kare kare renk renk, kocaman bir battaniye öreyim o zaman, demiştim. ve işte sen aynısından yapmışsın! bence de fotoğrafını çekip hemen yayınla lütfen. hangi renkleri kullandın? karelerin boyutu ne? onları birbirine görünen mi görünmeye iplerle mi diktin?
ikea kataloğundaki battaniye de fena değil. ben salı pazarından örgü şeklinde kumaş alıp, altı için de ince polar filan, onları diktirmiştim. ama hiç değmedi o kadar zahmete. aslında tığ ile kare şeklinde yapılan örgüler var, rengarenk oluyor. onları da seviyorum ama yapmayı bilmiyorum. (amma konuşasım varmış şu örgü konusunda)
* ihanet konusunda ise diyeceğim şu. ihanetin temeli sözcüklerle ilgili. tensel bir şey değil. kalbimiz, sevdiğimiz kişi başkasıyla birlikte olduğu için değil de, başkasıyla birlikte olduğunu bize (yani en yakın olduğu farzedilen kişiye) "söylemediği" için kırılır. tensel kısmı, işin gözyaşı bölümü. tamam tamam acımasız oldu burası. tensel kısmı da şu; sevdiğimiz kişinin bedeni, onun değil, bizim mahremiyetimizdir. tensel ihanet, bizim mahremiyetimizi başkasına açmasıdır. boşverelim şimdi bunları. evin yakınında dışarıdaki tezgahına rengarenk yünlerini çıkan bir ip dükkanı var. gelip geçerken alıyorum birer ikişer. onlardan bolca alıp şu battaniye işine başlamalı. kanepede, bacaklarımı bora'nın dizlerine uzatıp film izlerken örtünmek için çok hoş olur. teşekkürler fikir için neolitik hanımcım.
taşınma konusunda kolay gelsin. hepsi çabucak bitecek ve sen çok yakında yeni evinde keyif yapıyor olacaksın.
sevgiler.
pericim,
*evet altın yayınlarından çıkan. okunmayacak kadar kötü değil ama rahatsız ediyor yer yer.
*battaniyelerin fotografını cekeyim dedim ama baktım fotograf makinesinin pili bitmiş, şarj etmeye vakit yoktu, yarın çekmeyi planlıyorum. gerci ben o kare kare battaniyeyi öreli yıllar oldu, zaman içinde sarktı biraz. kareleri siyah+diğer renklerden ördüm, dama tahtası gibi. canlı renkler kullanmıştım, pembe, yeşil vs. bir de arkasına yeşilli, kırmızılı bir ekose kumaştan astar diktim. birbirine dikerken siyah ip kullandım, gözükmüyor dikişleri. karelerin boyutları sanırım 30 ilmekti ama emin değilim bakayım tekrar. çok küçük kareler yapmanı tavsiye etmem, birlestirmesi zor, hem de iyi durmuyor sanki. bu cizgili ikea battaniyesi bitince, ben de kare kare oreyim bir tane daha diyorum, şöyle sonbahar tonlarında, haki yeşiller, kiremit kırmızıları, açık-koyu kahverengiler, krem tonları, araya belki eylül göğü mavisi :)
o tığla yapılan kare örgüye ben de heves ediyorum ama nasıl yapılır bilmiyorum. öğreten biri olsa, şal, battaniye örerdik ne güzel.. gördüğün gibi örgü konuşma konusunda ben de fena degilim :)
*ihanet konusunda dediklerine katılıyorum, bence de boşverelim. ne renkler alıyorsun battaniye için?
kolay gelsin dileğin teşekkür ederim pericim. az kaldı evet, neolitik hanım pek yakında gümüşsuyu'ndan bildirecek. taksim'e coğrafi olarak yakın ama ruh olarak uzak semtten..
sevgiler
Heyyy!
Yaşasın yakın geliyorsun Neocuğum.
Çok güzel!
Umarım manzaralı bir evdir, daha da keyifli olur.:)
Kolay gelsin.
:))
hah evet benim tam da boyle bir perspektife ihtiyacim vardi ikea konusunda. nasil da yerli yerinde tanimlamis yazan. oyle gercekten hic sasali degil, gosteristen uzak. oyle evlerin icinde oyle gosterissiz sakin "down to earht" dedikleri insanlar yasar sanki. fight club'da mesele adamin takintilariydi ve ikea buna kurban gitmisti ne yazik ki.benim de ufak tefek seylerim var ikeadan alinmis, ne yapacagimi sasirdim onlari. atsam atamam, satsam para etmez, getiremem de. kalp kirikligi resmen esyalardan ayrilmak.
bir de bu radyo oyunu yazarligi ne guzel bir meslek adi. herhalde bizde hayatini sadece radyo oyunu yazarak kazanabilen oyun yazari yoktur. o yuzden sanki ilk defa duymusum gibi sasirdim ve hosuma gitti.
ekmekçi kız,
ben de seviniyorum yakın geliyorum diye, ev manzaralı değil ama olsun, zaten manzaralı oldu mu büyüklük olarak elbise dolabından hallice evlere dünyanın parasını istiyorlar...
pelin,
bu isvec yazısını yazan adamın kitabını arıyorum ben ama bulamadım, baskısı tükenmiş. yazının kalanını okumak istersen linki http://www.metiskitap.com/Scripts/Catalog/Text.asp?ID=9450&BID=1180
eşyalardan ayrılmak benim için de zordur ama bu ara elime geçeni atıyorum acımadan.. atmak derken genelde bir alışveriş çantası içinde çöp konteynırının yanına bırakıyorum, kağıt toplayıcılar, eskiciler alsın diye. en son bir zamanlar severek aldığım bir tabureyi bıraktım mesela, gereksiz geldi artık varlığı evde.
biliyor musun biz okulda radyo oyun yazarlığı diye bir ders almıştık (basın-yayın mezunuyum ben). fazla es vermemek gerektiği, metinleri efekt kullanımına dikkat ederek yazmak gerektiği gibi şeyler kalmıs aklımda. görselliğin olmadığını dikkate alarak yazmaya çalışmak tuhaf ve zorlayıcıydı biraz.. iki oyun yazmıştık, antika macintoshumda duruyorlar, şimdi okuyunca çok acemice geliyor tabii.. bizde sadece radyo oyun yazarlığı yapan biri yoktur bence de ama trt birkaç yıldır oyun yarışması açıyor, iyi de bir para ödülü veriyordu. bu yıl var mı bilmiyorum. bir de orhan pamuk'un kırmızı romanının radyo oyunu olacağını okumuştum bir yerlerde, merak ediyorum nasıl oldu. çok güzel bir kitaptı ve aralarda anlatıcılar olduğu için radyoya uyarlamak zor olmamıştır diye düşünüyorum.
orhan pamuk'ın kırmızı diye bir romanı yok tabiy, benim adım kırmızı demek istemistim. tuhaf sey, bazılarında cok sevdiği yazarların kitapların adlarını yanlış yazma gibi bir eğilim oluyor ;)
Yorum Gönder